Valla Kanyonu – Burgulu Seyir Terası
Kastamonu’nun Pınarbaşı ilçesindeyim. Burası artık neredeyse adım adım gezip gördüğüm yerlerden biri. Acısıyla tatlısıyla yaklaşık 25 yıldır bu diyarlara gelir gideriz. Kimi zaman iş için, kimi zaman gezip görme maksadıyla çok düştük bu yolların peşine.
Pınarbaşı’nı çok severim, Karafasıl’ın “Karlık” Mağarası’nda üşümüş; Demirtaş Asar Camisi’nin gönüllü imamı Satı uzun uzun hasbihal etmişizdir. Kardan kapalı olan Azdavay’ın Zümrüt Köyü’nden yolları aça aça, Evlek üzerinden Ilıca’ya vardığımız günleri bilirim.
Uzun yıllar öncesinde, Merhum Murat Muhtar’ın evinde oturup çayını içtiğimiz, anılarını dinlediğimiz zamanlar da aklımdadır.
Pınarbaşı’nda “foto safari” fikrini ortaya attığımızı çoğu kimse bilmez ama olsun; memleketimin dağı taşı biliyor ya, o yeter bana.
Dediğim gibi, bu köylerde adımız, bilinmeyen yollarında izimiz vardır.

Led Zeppelin’den “Stairway to Heaven”
Uzun yıllardır buralara gelip gideriz. Ne zaman buralara yolum düşse kanyon girişinde Erol’un yerinde semaverde çayiçerim. Kedilerini sever, duvardaki otantik eşyaları fotoğraflarım.
Kanyon yolunda ahşap kulübede yazılı “Kalyon Büfe” tabelası hep yüzümü gülümsetmiştir.
Şimdi sonbaharın son demleri ve yine Pınarbaşı’nın o güzelim doğasında, Muratbaşı Köyünün Valla kanyonu girişindeyim. Herkesin gittiği o patika yolu bırakıp dağdan tepeden bulduğum bir izden aşağı doğru iniyorum. Biliyorum ki bu yolun sonu cennet gibi bir vadidir.
Telefonumu açıp,kulaklığımı takıyorum. Led Zeppelin’inefsanevi şarkısı “Stairway to Heaven” çalmaya başlıyor. Valla Kanyonu Burgulu Terası’nın nefes kesen manzarasına doğru yürüyüşe geçiyorum.

“There's a lady who's sure all that glitters is gold…”
(Tüm parıltıların altın olduğundan emin bir kadın var.)
Kulağımda bu nağmeler ve gitarın sihirli sesi alıp götürüyor beni, ortamdan soyutlanıp bambaşka bir âleme doğru gidiyorum. Akşam güneşinin kızıllığı Kayaboğazı’nı altın rengine boyamaya başlamış. Gün ışığının dokunduğu her şey altına dönüşüyor sanki.
“And she’s buying the stairway to heaven…”
(Ve o, cennete giden bir merdiven alıyor.)
Yolun iki yanı kayın ağaçlarıyla kapanmış, sanki kapalı bir ağaç tünelinde ilerliyorum. Arada bir dalların arasından süzülen ışık toprağa vuruyor. Yeşilin ortasında kızıl bir renk yangını var. Elimi uzatıp o ışığı yakalıyorum.
Paylaşacak kimsem yok; yalnızım, tek başımayım.
Sımsıkı tutuyorum o altın renkli gün ışığından merdivenimi.
Elimde gün ışığından bir merdiven, tepemde yeşil bir duvar… “Cennete Uzanan Merdiven” şarkısının sihirli notaları eşliğinde Valla Kanyonu’na doğru ilerliyorum.

Bir Ağaç Kovuğu, Hayat ve Ölüm
Kenarda bir ağacın içine ışık düşüyor.
İçi boşalmış, yaşlı, yorgun bir ağaç bu. Ömrünün sonuna gelmiş belli. Gövdesi mantarlara hayat veriyor; sanki onları bir anne şefkatiyle sarıp sarmalamış.
Yol sürekli aşağı doğru iniyor ama benim elimde ışıktan bir merdiven var; benim tırmanmam gerekmez mi? Belki yolun sonunda belki o zirveyi ulurum umuduyla sımsıkı sarılıyorum merdivenime.
Ağaç koridorundan yapılma o efsunlu yol bitiyor.
Yolun sonu küçük bir açıklığa açılıyor dikenli çalılıklar, beşbıyık ağaçları, şimşirler sarmış her yanı. Burası öyle bir güzel ki bir tuvalde sonbahar şaheseri tablosuna bakıyorum sanki.
Şarkı sürerken uzaklardan bir kuş sesi duyuluyor. Ben de o sesin geldiği yöne doğru çalılar ağaçlar arasından bulduğum bir patikadan yoluma devam ediyorum.
“In a tree by the brook, there’s a songbird who sings…”
(Derenin kenarındaki bir ağaçta şarkı söyleyen bir ötücü kuş var.)
Elimde gün ışığından merdivenim, karşımda devasa bir kanyon duvarı, dere kenarında sesini duyduğum ama kendisini görmediğim bir kuş var.
Bu cenneti andıran bir güzelliğin içinde sanki göğe “Cennete”uzanan bir merdiven görünüyor.
Yukarılarda bir yerde merdivenin başında bir silüet beliriyor sanki.
Belki de bu kanyonu çok seven ve 2012’de kaybolup o günden bugüne izine rastlanamayan dağcı Anıl Bakar’dır. Güler yüzüyle kanyonu seyrediyordur.
Bana gülümsediğini hissediyorum.
Her gidişimde Valla’nın duvarlarında asılı o fotoğrafını gördüğüm Anıl… Artık sadece bir anı değil; bu kanyonun bir parçası.
…
Sessiz cennet…
Kastamonu’nun “Dünyaya armağanı” olan Pınarbaşı ilçemizin Valla Kanyonu Burgulu terasın zirvesindeyim.
Kulağımda bir rüzgârın sesi bir de şarkının son sözleri var.
“Ve biliyor muydun?
Merdiveninin uğuldayan rüzgârın içinde olduğunu
Ve biz yoldan aşağı rüzgâr gibi inerken
Gölgelerimiz ruhlarımızdan daha uzundu”
…
Usulca kanyonu gören bir yere oturup gözlerimi kapatıyor sadece dinliyorum. Tepelerden esen deli rüzgârlar kanyonun derinliklerine doğru uğuldayarak kayboluyor.
Sessizce kendisini çok sevenleri bir türlü geri vermeyen Valla’ ya soruyorum;
Niye?
Sadece sessizlik ve rüzgârın uğultusundan başka bir şey duyulmuyor. Şarkı bitmiş, yol tükenmiştir.
Bunun cevabını kanyon veremese de belki de şu Hint öğretisindedir bilemiyorum.
“Bir bilge sevgiyi öğrencilerine tarif ederken onlara sormuş;
-İki insan birbirini sevdiğinde ne olur?
Yine kendisi cevap vermiş;
-Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır.
Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur?
Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur.
İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”
Kanyon sessiz, kanyonun geri vermediği her şey, herkes sessiz,
Sadece rüzgârın sesi yankılanıyor kayalıklarda,
Ve akşamüstü sırtımı kanyona verip dönerken biliyorum ki;
“Gölgelerimiz ruhlarımızdan daha uzundu”
