Ortak tarihimizin abidesi “Boyabat Kalesi”
Bu hafta da değişik bir şey yok, yine yollardayım. Bu sefer Kastamonu dışındayım ve bir vesile ile Boyabat’a düştü yolum.

Aslında bu yolların da Boyabat’ın da yabancısı değilim. Epey gelip gitmişliğimiz vardır. Çok beğendiğim hayran olduğum bir kalesi var ki ne zaman görsem izlemeye doyamam.
Boyabat ile çok fazla ortak yönümüz var. Sokaklarında gezerken, Kastamonu da bizim memleketten bir yerdeyim hissine kapılıyor insan. Kültürüyle, eski evleri, sokakları, şehrin ortasından geçen deresiyle sanki Kastamonu’dayım hissi veriyor.
Kale kule ve dere üçlüsü de ortak mirasımız sayılabilir. Her şey o kadar tanıdık ki, işte Kastamonu kalesi, işte Boyabat Kalesi; ikisinin de tarihi birebir aynı. Gaşgalardan başlayarak, Hititlere ve paflagonyalılara, Roma, Bizans derken bizim Kastamonu kalesine kimler konmuş geçmişse aynısı Boyabat Kalesi içinde geçerli olmuş.
Benim kanımca, bir şehri tanıtmaya isminin nereden geldiğinden başlamak lazım diye düşünürüm.
Boyabat ismi nereden gelmiş acaba diye benim gibi merak edenler için araştırdım. Adının kaynağı BOY ve ABAT kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiş. Uzunluk anlamına gelen “Boy” ile “Ova, mamur, bayındır, mutlu ” anlamına gelen “Abat” bir araya gelip “Uzunova” anlamına gelen BOYABAT halini almış.
…
Boyabat’la yolum ilk kez yıllarca öncesinde Durağan’a Altınkaya Barajı’na balık tutmaya giderken kesişti. İş yerimizden arkadaşlarımızla her hafta sonu mutlaka Kastamonu’dan Sinop Altınkaya barajına balık tutmaya giderdik.

Bir hafta sonunda gece yarısı Kastamonu’dan yola çıkar sabaha karşı Boyabat’a ancak ulaşırdık. İlk işimiz yol kenarında o saatlerde açık olan tek çorbacının kapısını çalmak olurdu. Çorbacıyla artık gide gele epeyce dost olmuştuk; hatta uğurumuz bellemiştik. Yan tarafta bulunan fırından da yuvarlak küçük ekmeğin çıkmasını dört gözle beklerdik. Bir iki günlük çadırlı kamp, sazan avı sonrası ise Kastamonu’ya dönüşte de Boyabat ilk mola yerimiz olurdu.
Yorgun argın bitik vaziyette kendimizi yine aynı çorbacıya atar, sıcak bir çorba, çay derken yola devam enerjisi kazanırdık.
İşte o günlerden bugüne kadar hep uzaktan gördüğüm bir türlü gidemediğim, fotoğrafını çekemediğim kalesiyle tanışabildim.
Ülkemizin en güzel kaleleri hangisi?
Kale uzaktan da yakından da her açıdan muhteşem olsa da tek sıkıntı ulaşım zorluğu görünüyor. Kısıtlı zamanda kaleye çıkamasam da teknoloji yardımıma yetişti.
Kalemiz muhteşem dedik ama bunu sadece biz demiyoruz, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın internet üzerinden yaptığı bir değerlendirme sonucunda Türkiye’nin en görkemli 13 kalesi belirlenmiş.
İlk sırada Rize'deki Zilkale var İkinci sırada ise Çanakkale'deki Kilitbahir kalesi yer alıyor.
Amasya Kalesi, Antalya’daki Alanya Kalesi, sonrasında ise bizim Boyabat Kalesi geliyor.
Binlerce yıllık tarihiyle medeniyetlere ev sahipliği yapan Boyabat Kalesi, Gökırmak Vadisi'ne hâkim sarp bir kayalık üzerine kurulmuş, 2.700 yıldır da tarihe meydan okuyan efsanevi bir yapıdır. Ulaşılmaz gibi görünen yapısı, güzelliği sayesinde de ülkemizin en görkemli kaleleri arasında ilk beşte kendine haklı bir yer bulmuştur.
Kırkkızlar efsanesi…
Boyabat’ta kale bağı denilen bir yerdeyiz. Yalçın bir tepeye kurulmuş, tepesinde ancak kartalların gezebildiği o muhteşem kaleye bakıyorum. Tepede bir sürü kuş dolanıyor, aralarından biri kızıl şahin diğerleri de kuzgun olmalı. Gazidere Çayı (Kolaz Çayı) üzerinden süzülerek kayboluyorlar.
Bu kale ile ilgili anlatılan bir efsane geliyor gözümün önüne,
Efsaneye göre zalim bir hükümdar tarafından beldenin bütün erkekleri öldürülür. Ondan kaçan kırkkız bu kayanın en yüksek noktasına gelirler.
Aşağısı uçurum. Kimi, “Allah’ım beni kuş et” kimi de “taş et” diye dua eder. Kuş et diyenler kuş olup havalanır. Diğerleri ise taş olurlar, suretlerinin tepedeki kayalarda olduğuna, kuşlarında kayanın tepesinde daima dönüp durduklarına inanılır.
Ve o kayaların üstünde onların anısına sapsarı kına çiçekleri vardır.
Onlar itinayla kazınarak toplanır havanda dövülüp bir işlemden geçirildikten sonra askere gidenlere ve gelinlere yakılır.
Zamanı taşlara hapseden Kale…
Gökırmak Vadisi'nin ortasında, zamanın taşlara hapsedildiği bir kale var. Dokunduğunuz taşlarda, yürüdüğünüz yollarda yedi bin yıllık bir medeniyetin izini bulabilirsiniz. Bu inanılmaz bir duygu, bu topraklarda yaşamış yüzlerce nesil ve medeniyet her biri bu topraklardan geçerken geride bir hatıra bırakmış.
Ben de şimdi tarihin taşlara hapsedildiği topraklardayım. Gazidere Çayı kenarında Kale bağı mesire alanındayım. Burası şehrin kalabalığından kaçmak, dinlenmek ve doğayı hissetmek için mükemmel bir yer. Sonbaharın büyülü renkleri arasında bir yanımda Kale diğer yanımda Kırkkızlar kayası, Kolaz çayının kenarından yürürken başımı kaldırıp yükseklerden beni izleyen kuşlara, kale burçlarına bakıyorum,
Kayaların ulaşılmazlığı insana kendini ne kadar aciz hissettiriyor.
Arif Nihat Asya “Boyabat Kalesi” şiirinde bunu ne kadar güzel anlatır.
Karşısında Boyabad…
Yapmış ki bir üstad,
Çıksan neresinden
Dimdik kalesinden
Gök kubbeye yol var…
Altın arılardan
Pervane'de bal var.

Bir Vefa Hikâyesi: Macar mühendis ve Kuyusu
Kalenin eteklerinde gezerken gözüme bir su kuyusu takılıyor. Oldukça bakımlı ve yeni üstünde de Macarın Kuyusu tabelasını görünce merakla burası hakkında bilgi arıyorum.
1930'lu yıllarındayız,
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Boyabat, büyük bir su sıkıntısıyla mücadele etmektedir. Macaristan'dan gelen mühendis Albert Ajtai Kovách, su sorununun çözümü için bölgeye gelir. Macar Mühendisin başarılı çalışmaları sonucunda suyun bulunacağı yeri tespit edilir. Açılan kuyu sayesinde ilçeye sadece temiz ve düzenli su değil, aynı zamanda kısmi olarak elektrik temin edilmesini de sağlanır.
Boyabat'ın kalkınmasında kritik bir rol oynayan bu mühendis, Boyabat'ta kaldığı sırada vefat eder ve vefa borcu olarak şehir mezarlığına defnedilir.
Bizden bir yer, bizim memleketten bir parça
Sinop ilimizin ilçesi Boyabat’a düştü yolum. Burası Sinop'a çok uzak, Kastamonu'ya çok yakın. Hatta o kadar yakın ki hiç yabancılık çekmeden işte burası bizim mahalle diyebileceğiniz yerler var. Deremiz ortak, Kalemizi yapanlar da içinde yaşayanlar da hep aynı, kısaca toprağımız, suyumuz, tarihimiz aynı.
Yüzyıllardır, kalesinin burçlarından Paflagonya’nın başkentine merhaba diyen rüzgârlarını, Kastamonu’dan gelen Gökırmağın suları selamlamış.
Artık dönüş zamanıdır. Boyabat Kalesini ardımızda bırakırken, tuğla kiremit fabrikaları iki yanımızda bize eşlik ediyorlar. Yolumuzun üstünde Bazalt sütunları, Sinop kavşağı, Salur Kaya mezarları, sonrasında ise Akgöl dönüşü var.
Kastamonu il sınırı tabelasını görünce düşünüyorum da, kısacık bir mesafede görülecek ne kadar çok şey var.
Tarihimizi, kültürümüzü ve memleketimizi tanıdıkça daha çok seviyor saygı gösteriyorum.
Cebrail Keleş- Balıkçı Şef
25 Kasım 2025 -Kastamonu