Tarihi, kültürü, sanatı eritip bir kentte dondurmuşlar, O’nun adını da Kastamonu koymuşlar.
Ahmet Hamdi Tanpınar “ Beş şehir” adlı kitabında tarihi kentlerin mimarisi için şöyle der;
“Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu.”

“Kastamonu, Bizim Memleket ”
Sadece bir kelime, bir yer ismi değildir. 7 bin yıllık tarihiyle, gelmiş geçmiş ve yaşayan insanlarıyla, sırlarla, efsanelerle dolu bir kadim kentin adıdır “Kastamonu”
Bu kadim kentte geçmişin ruhu; taşlara, duvarlara nakış nakış işlenmiş, ahşapta şekil bulmuş, her baktığımız yerde önümüze serilmiştir. Bunu görmek için o şehirde doğmak gerekmiyor. O şehre sevdalanmak, özünden sevmek onunla bütünleşmek gerekir.
Bu sadece bizim memlekete özgü değil, her şehrin kendine özgü bir tarihsel kişiliği var. Bunu da en iyi o şehre sevdalı şairler anlatmıştır. İstanbul’u herkes anlatmış yazmış ama Necip Fazıl Kısakürek üstat bir başka yazmıştır.
“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.”

Ben de kendimi uzun yıllardır memleketim dediğim bu şehrin dağını, taşını, ağacını, ormanını, denizini, kültürünü, sanatını, insanını elimden geldiğince, kalemimin yazdığınca, objektifimin yettiğince çekmeye, tanıtmaya, adamışım.
Benim ruhumu da eritip bir kalıpta dondursalar, bakanlar sadece Ilgaz’ı, Kastamonu’yu görürlerdi.
Kastamonu’da sonbahar…
Bizim memleketin her mevsimi güzel olsa da sonbaharını bir fotoğrafçı gözüyle baktığımda bambaşka severim. Bu şehrin serin ve yağmurlu bir ekim ayında, güz serinliğinde eski sokaklarında gezmenin keyfini hiçbir şeye değişmem. Dağlarında ormanların o rengârenk yapraklarını, turkuaz derelerini, Ilgaz’ın her daim dumanlı zirvelerini, nasıl desem ki birini söylesem diğeri eksik kalacak diye korkarım.

Yine bir güz mevsimindeyiz ve “benim adım sonbahar” diyen Attila İlhan’a bir selam söyleyip, tarihin izlerinin peşine düşme, Arnavut kaldırımlı taş sokaklarda bu şehrin ruhunun halen yaşadığı yerleri arama zamanıdır.
Nereye gitsem diye hiçbir fikrim olmaz, yüreğimin navigasyonuna hep güvenmişimdir. Ona bırakırım, götür beni bildiğin yere diyerek karışırım bilmediğim taşlı sokaklara.
Kentin adını bilmediğim balkonları cam ile kapatılmamış, yüksek katları olmayan bir mahallesindeyim. Çoğunlukla babadan dededen kalma içi hatıralarla dolu kimi bakımlı kimisi terk edilmiş evler var. Seviyorum böylesi içindeki hayatı dışa yansıtan, kişiliğini belli eden evleri. Balkonlarında asılı çamaşırları, pervazlarında boya kutularında büyüyen ortancalarıyla, kapı önlerindeki eski bir tasta su ya da mama kabıyla çok tanıdık hepsi.
Bu mahallelerdeki evlerin çoğu bahçelidir kışa hazırlık her yerde kendini gösterir, evlerin gün gören tarafına biberler, patlıcanlar dizilmiş güz güneşinde kurumaya bırakılmıştır. Hepsinin önüne dikilen iki üç meyve ağacı sokakla evin arasını bir perde gibi kapatır.

Burası gerçek hayatların yaşandığı son kaleler adeta,
Dostluk, arkadaşlık, komşuluk halen bu mahallelerde yaşanır. Çocuklar sokakta özgürce oynarken, anneler kapı ağzında bir araya gelip sohbet eder. Babalar, abiler ise çoğunlukla ortalıkta görünmezler onlar iştedir. Bu sakinlik dinginlik ancak ikindi ezanına kadar sürer. Akşam yemeği için bir telaş başlar tüm evlerde. Mutfak pencerelerindeki sarı ışıklar bir bir yanarken ellerinde ekmek poşetleriyle yorgun adamlar evlerine dağılır ağır ağır.
Bu yüzlerce yıldır böyle devam eder gider.
Bir de tüm bu tarihin, neslin, gelmiş geçmiş olayların değişmeyen şahitleri vardır. Kimi zaman bir cami, kimi zaman bir eski türbedir zamanın tanıkları.

672 yıllık bir efsane “İbn-i Neccar Camisi”
Kastamonu Kadim bir şehir, binlerce yıllık tarihinden kalan birçok eseri bir arada görebileceğiniz şanslı kentlerden biri.
Nasrullah Cami, şadırvanı, meydanı. Saat kulesi, Hükümet binası, Hz Pir Şeyh Şaban-ı Veli, İsmail Bey Cami, Yakup Ağa külliyesini şehre gelen herkes mutlaka görmeden geçmez.
Bir de çoğu kimsenin görmediği, fark etmediği saklı hazinelerimiz var ki onlar göz önünde olmasına rağmen dikkat çekmez. Ben de en çok bu eserlerimizi severim. Bunlardan biri olan ve halk arasında Eligüzel olarak bilinen İbni Neccar Camisi bu şehrin huzur ve maneviyat merkezlerinden biridir.
Candaroğulları’ndan Adil Beyimizden bize mirastır.

“Kastamonu İbn Neccâr Cami, Candaroğulları Beyliği hükümdarlarından Adil Bey döneminde Dülgeroğlu adıyla şöhret bulan Murat oğlu Hacı Nusret tarafından miladi 1353 yılında yaptırılmış olup dönemin ilk camisi olma özelliğine sahiptir.
Caminin en dikkat çekici kısmı ahşap kapısıdır.
Tavanında daire şeklinde İhlâs suresi yazılı olan kubbe çevresi ve pencere kenarları kalem işi bitki motifleriyle bezenmiştir.
Cami bütün bu özellikleriyle birlikte Anadolu mimari tarihinde tek kubbeli camilerin ilk örneklerinden bir tanesidir. Adil Bey döneminde yapılan en önemli eser Kastamonu’daki İbn Neccâr camisidir.
İbn Neccâr kelimesinin Türkçe sözlük anlamı olan “Marangozun oğlu” ifadesinden yola çıkılarak Neccar’ın marangoz veya doğramacı olduğu düşünülmektedir.
İbn Neccâr Camisi Kastamonu’da Candaroğulları dönemine ait ilk cami olma özelliğine sahiptir
Kaynaklarda İbn Neccâr’ın kim olduğuna dair hiçbir belge ve bilgi yoktur.
Kitabesinde der ki;
“Allah-ü Teâlâ buyurdu ki; “Mescitler Allah’a mahsustur. Orada Allah’tan başkasına dua etmeyin”
Bu mübarek mescidi Neccâr oğlu adıyla şöhret bulan Murad’ın oğlu Hacı Nusret 754 (H.) 1353 yılında yaptırdı.”
Talat Mümtaz Yaman; “Bu camiye denilmesinin sebebi kitabesinden de anlaşılacağı üzere yapının banisinin İbn Neccâr ismiyle tanınmış olan Hacı Nusret b. Murad olmasıdır.”
Tosya depreminde yıkılan cami?
1943 Tosya//Lâdik depreminde son cemaat mahallini de tamamen kaybetmiş olan cami, 1967 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.
(NOT: Son yenileme öncesi fotoğraflarına bakınca acaba diyorum kubbenin ortasındaki o hat ve desenler tekrar yapılsaydı daha iyi olmaz mıydı acaba?
Konunun uzmanı değilim sıradan bir vatandaş olarak eski ve yeni haline bakarak şahsi fikrimi beyan ediyorum)
Muhtardan askıda ekmek hizmeti yıllardır devam ediyor…
Yolum bu taraflara düştüğünde caminin hemen karşısında bulunan Yavuz Selim Mahallesinin genç dinamik yardımsever Muhtarı dostum Mehmet Kalem’in bürosuna uğrar bir bardak çayına ve de yanında güzel sohbetine talip olurum.
Muhtarımla uzun zamandır tanışırız.
Ben de artık bu şehrin eskilerinden sayılmaktayım, yıllar geçtikçe her şey değişiyor, yenileniyor, ya da yıkılıp kayboluyor. Değişmeyen şeyleri görünce seviniyorum örneğin ne zaman bu büroya uğrasam özellikle ikindiden sonra masanın sehpanın sandalyelerin üstündeki görüntü hep aynı, poşetlenmiş ekmekler sahiplerini bekliyor.
Muhtar Mehmet Kalem “Askıda ekmek” uygulamasını 2021 den bu yana devam ettiriyorum. Mahallemdeki ihtiyaç sahiplerini biliyor elimizden geldiğince her türlü ihtiyaçlarında yanında olmaya çalışıyorum. Günlük ihtiyacı kadar fırından gelen ekmekleri tek tek poşetleriz. İhtiyaç sahipleri de muhtarlığın bürosuna gelir alır giderler.
Bir elin verdiğini diğer el görmesin, bilmesin” düstur u uyarınca da burada kimse kimseyi görmez, bilmez. Ne alan kimden geldiğini, ne de veren kimin aldığını bilir, ne de bir soru sorulur. Diyor.
Muhtar içeri gelenlerin hepsini iyi bilir, tanır, bürodan ekmekle çıkanın ardından önündeki deftere bir çizik daha atılır. Ama sevap hanesine ne kadar yazılır sadece yaradan bilir.
Bu mahalle geleneği göreneği, kültürü, sanatıyla ve insanıyla yaşayan bir tarihtir.
Bizim memleket, bizim mahalle hepimizin tarihi…
Kastamonu sokakları adeta bir tarih kitabı, her köşesinde mutlaka bir esere denk geliyor insan, kaleye çıkarken bastığımız taşlar binlerce yıllık, eski konaklar;
Altındaki kayada binlerce yıllık kaya mezarı üstünde yüzlerce yıllık İsmail Bey külliyesi,
Burası adeta binlerce yıllık bir tarihin anlatıldığı laboratuvar.
İbn Neccâr camisinin kapısına dokunduğumda 600 yıllık bir tarihle bağ kurarım, ustanın oyma yaparken belki de o anda biraz fazla kaçan bıçağının geride bıraktığı çıkıntı takılır parmağıma. Bir şiir dizesi gelir dilimin ucuna;
“Beni bulamazsan üzülme,
Kestiğim taşları, açtığım yolları, İşlediğim heykelleri bulacaksın.
Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden, Parmak izlerimiz değecek birbirine.”
…
