Bir düş, bir masaldır anlattığımız. Uzakların öyküsüdür, gidilmeyen, görülmeyen, hani “orda bir köy var uzakta” dediğimiz yerleri bilir misiniz? “gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” dediğimiz yerler.
İşte ben de yıllardır uzaklarda bir yerlerin, bizim memleketin, insan öykülerini yazmaya, anlatmaya çalışırım.
Bazen soruyorlar nasıl çıkıyor bu öyküler diye, bunca yıldır gezgin bir yazarım bugüne kadar hangi hikâyenin beni nerelerde beklediğini hiç bilemedim. Bu öyküler bazen yol kenarında, tarlada, bahçede, bazen de köyde bir selamla, bir merhabayla başlar.
Konuşup, sohbet sohbeti açtıkça upuzun bir öyküye dönüşür.
İşte yine düştüm, düşlerdeki yollara. Kim bilir kaç kez geçtim buradan. Ama her seferinde, yeşilin bunca tonu bir arada nasıl olur, her ağaç, her ot, her çalı, nasıl farklı bir yeşil olur diye hayret ederim.
Sadece yeryüzü değil gökyüzü bile bambaşka buralarda. Şöyle bir göz gezdiriyorum, ufka yaklaştıkça soluk bir mavi hatta beyaza yakın iken, tam tepemde ise masmavi gözüküyor.
İnebolu’dan zarbanaya bir mavi yolculuk.
Kastamonu’dan kuzeye doğru uzanan tüm yolların sonu Karadeniz’e çıkar. Artık ilerisi yoktur, ya sağa ya sola dönecek ve kıyıdan kıyıdan gideceksiniz.
Sağa dönerseniz Abana, Çatalzeytin bekler sizi. Sol tarafa döndüğünüzde ise Doğanyurt ve Cide yolunda adrenalin dolu bir yolculuk yaparsınız.
Bende döndüm sola, Aş. Göller, Erkekarpa, Taşburun, Zarbana, (özlüce) ye kadar gidince bu kadar deniz yeter diyerek döndüm içeriye doğru. Beni bilen bilir hiç deniz insanı olmadım, dağları severim. Hele ki bu mevsimde bahardan yeni çıkmış dağlar görülmeye değerdir. Özellikle de küre çayının iki yanında harika manzaralar sunan köyler vardır. Fotoğrafçılar için bu köyler ve doğa adeta bulunmaz bir stüdyo gibidir.
İlerliyoruz küre çayının iki yanından Gökçevre, Örtülü, Güneşli, Hızaryanı, Aktaş,Çaydüzü’nden yukarılara doğru.
Çaykıyı’ya gelmişken köprü üstünde durup bir iki foto çekiyorum, Akçay Muhtarı Ömer Yazıcı ile karşılaşıyoruz, Ulu köye gideceğimi öğrenince bana hava çok sıcak, benim mahallede, cami bahçesinde azıcık dinlen diyor.
Yeşillikler arasında bulduğumuz bir yol üzerinden yukarılara doğru çıkıyoruz Akçay, softa, Şamalı, Karancakdere, Aktaş ve sonunda Ulu köyde mola veriyoruz.
Doğayla barışık biri Zülküf Hoca…
Nihayet Uluköy’deyim.
Bu köyü çok severim. Muhtarı Mehmet Aydoğan aynı zamanda İlçe Özel idaresinde İş Mak. Opr./ekip başıdır. Yaz, kış uzun zamandır tanırız birbirimizi. Buradan geçip de onu aramadan selam vermeden geçmek olur mu?
Ulu köyde bir de cami imamımız var“Zülkif Özcan” kendisi köyde yaşamı, doğayla iç içe olmayı bir avantaj haline getirmiş, işten arta kalan zamanlarında arıcılık başta olmak üzere farklı doğal ürünlerle ilgileniyor.
En son şalgam yapıyordu.
Caminin gölgesinde muhtarımla konuşurken birden Zülküf hocam; Sen bizim mavi terası gördün mü diye sordu.
-Hayır, görmedim hocam.
-Azıcık vaktin varsa seni hiç bilmediğin bir güzelliğe götürebilirim.
Hocam beni en zayıf yerimden yakalamıştı, o da biliyor ki bu teklifi reddedemem.
-Peki, hocam nasıl gideceğiz oraya, yolu izi var mı bu sıcakta yürütme beni.
- O iş kolay hemen bizim adamı çağırıyorum.
Telefonu aldı biriyle konuştu hemen gel dedi.
Biz yine sohbete daldık az sonra yanımıza kırmızı renkli bir kartal otomobil yanaştı.
Hepimize sımsıcak bir hoş geldin yaptıktan sonra,
-Haydi, gidelim dedi.
Adı İsa Güneş, uzun yıllar gurbette kalmış, sonra bazı özel sebepleri yüzünden dönmüş köyüne. Elinden iş gelen becerikli biri. Sonra bir gün Zülküf hocayla birlikte orman içindeki bu güzelliği görünce ne yapabiliriz diye düşünüp ilk önce orman yolunu ellerinden geldiğince düzeltmişler. Bir komşu da malzeme yardımında bulunmuş, İsa ‘da bunlarla bir teras yapmış.
Tam bir saklı bahçe.


Mavi Terasa giden yeşil yol…
Kısa bir hal hatır sonrası kırmızı kartala bindik, İsa Güneş şoför koltuğuna kuruldu.
Aracın içine bir göz attım ve yıllarca 4x4 araç kullanan biri olarak ne yalan söyleyeyim pek gözüm tutmadı. İsa bana baktı ve korkma, güven bana şef diyerek bastı gaza.
Yoldan ayrılıp, patika bir orman yoluna girdik, pek yol sayılmasa da ortada bir izin olduğu, yukarıda ağaçların kapattığı bir tüneldeyiz.
Yahu bu nasıl yol deyince arkadan sesler geliyor daha bu ne ki burası otoban sayılır.
Ağaç tüneli gitgide daha bir yoğunlaşıp ortadaki izler kayboluyor. Yeşil otların araba boyuna geldiği alanlar var. Ağır tonajlı araçlar yağmurlu günde geçmişler ortada kocaman bir yükselti kenarda incecik izler kalmış. İsa gözü kapalı gidiyor, yolu görüyor musun diyorum,
-Elbette sen rahat ol. Diyor.
Kapalı bir tünelden, tavanı ve tabanı aynı renk yeşil bir yoldan gidiyoruz. Manzara güzel hava serin her tarafta görülecek çok güzellikler var.
Buraya yürüyerek gelmek lazımdı. Diyorum, yine arkadan cevap geliyor,
Sana söyledik şefim yürüyelim diye bizi dinlemedin. Burasını her hafta sonu yürümeye birçok kişi gelir.
Susuyorum.

Mavi terasta “gıydıvan” türküsü dinlemek…
“Gıydıvan kelimesi "kıyı divan" anlamına gelir. Kastamonu'nun ahşap evlerindeki geçişler sırasında oluşan seslerin bu isme ilham verdiği söylenir. Gıydıvan'ın kızları ise sessizce hareket etmeye çalışarak bu sesleri engellemeye çalışırlar. Bu çaba sonucunda da türkü, karşılıklı kaşıkla oynanan bir halkoyunu haline gelir.”
Kırmızı kartal nihayet konacak pardon duracak bir yer buluyor. Ağaçlar arasında geçip küçük bir tepeye tırmanıyoruz. Deminden beri ağaçtan başka bir görmeyen ben, birden önümde açılan panoramik görüntüye bakınca nefesim kesiliyor.
Burası Mavi Teras… Karadeniz’in ve gökyüzünün mavisini, ormanların yeşilini aynı anda görüyoruz. Önümüzde masmavi bir deniz, denize paralel uzanan dağlar ve irili ufaklı yerleşim yerleri.
İleride İnebolu, bu yanda Özlüce gözüküyor.
Hemen önümüzde denize ağ atan bir tekne var. Aşağıdaki köyü soruyorum neresi diye.
-Sizin bildiğiniz adıyla Taşburun, ama biz ona gıydıvan deriz diyor.
Huriye’nin türküsünde adı geçen yerdir.


…
Bizim memleketten yol hikâyeleri.
Bu dağlarda yeşil bir deniz ortasında incecik bazen beyaz bazen de simsiyah renkte yollar görürsünüz.
Ana yolların dışına, köylere, uzak yerlere gider.
Bir gün hiç bilmeseniz bile o yollardan birine girin. İlla ki sizi bir köye çıkaracaktır.
Köyde kimi görürseniz selam verin, oturun yanına.
Hem dinleyin hem dinlenin.
Belki sizleri saklı bir cennete, belki bilinmez yollara, belki de unutulmaz bir sohbetin içine götürecektir.
Bekleriz.
Cebrail Keleş-Balıkçı Şef
4 Haziran 2025-Kastamonu İnebolu