“ Bana mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? ”

“Nazım usta; Tosya Küçük sekilerde mutluluğun resmini çektim.”

Sosyal medyada, yazılarda, şiirlerde, konuşmalarda her yerde duyduğumuz bir söz var. O söz ki Türk Edebiyatının en ikonik dizesinden biri olup büyük şair Nâzım Hikmet Ran ile yakın dostu ve ünlü ressam Abidin Dino arasındaki derin bir dostluk ve sanatsal diyalog sonucunda ortaya çıkmıştır.

Nâzım Hikmet, o dönemde sürgünde, Paris'te kalmaktadır. Bir hasret, özlem, sevda şiiri yazar. Şiirin bir yerinde de, dostu Abidin Dino'ya seslenerek bu meşhur soruyu yöneltir.

“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?

İşin kolayına kaçmadan ama

Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil,

Ne de ak örtüde elmaların,

Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini,

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?"

Ünlü Ressam Abidin Dinoyaygın kanının aksine "Mutluluğun Resmi" adında bir tablo yapmaz buna karşılıkşair dostunun sorduğu soruya bir şiirle cevap verir.

Mutluluğun Resmi;

Gidebilseydik Meserret Kahvesine,

İlk karşılaştığımız yere

Ve bir acı kahvemi içseydin.

Anlatsaydık

o günlerden, geçmişten, gelecekten,

Ne günler biterdi,

Ne geceler…

Dinerdi tüm acılar seninle

Bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda kalan.

Ve dolaşsaydık Türkiye’yi

Bir baştan bir başa.

Yattığımız yerler müze olmuş,

Sürgün şehirler cennet.

İşte o zaman Nazım,

Yapardım mutluluğun resmini

Buna da ne tuval yeterdi;

ne boya…

Abidin Dino…

Mutluluk nedir?

Mitolojide mutluluğa dair bir hikâye anlatılır; “tanrılar mutluluğu yaratırlar ve insanlar mutluluğu arasın ve böylece kıymetli olsun diye saklamaya karar verirler.

Biri der ki, "göklerin en uzağına saklayalım."
Diğeri, "denizin en dibine...

"Öbürü, "ormanın en kuytusuna saklayalım." diye belirtir.

Sonunda biri der ki, "içlerine saklayalım. Oraya bakmak akıllarına gelmez."

Yazının bulunuşundan bu yana bu soru zihinleri hep meşgul etmiştir. Filozoflar hep bu sorunun cevabını aramış hepsi de farklı bir tarif vermiştir.

Nietzsche'ye göre mutluluk, hayatın anlamını ve acıyı kabul etmekle mümkündür.

Kant'a göre mutluluk, ahlaki bir yaşam sürdürmekle doğrudan ilişkilidir.

Sokrates'e göre yaşamın amacı ve herkesin yaşam boyunca peşinden koştuğu en yüksek iyi mutluluktur. Mutluluğa erişmenin yolu ise bilgidir;

Kısaca kimisimutluluğu bireysel anlamda tanımlar, kimisi toplumsal refahla ilişkilendirir. Kimileri içinse huzurdur, kimileri için coşku, haz.
Amakesin olan bir şey var ki o da ; “mutluluk” tanımlanamaz bir haldir, çünkü tek bir tarifi hiçbir zaman yapılamamıştır.

Tosya Küçük Sekiler köyünde mutluluk…

Bir ilk güz günü, Tosya Küçük sekiler köyünde anıtsal fındık ağaçlarının peşine düşmüşüm. Yanımda köyden Mehmet Bekâr abimiz var. Onunla bulduğumuz ilk fındık ağacının dibine oturup seyrediyoruz yüzlerce yıldır bu kadim topraklara bekçilik edenleri.

Cebrail Keles Kose (4)-20

Önümüzden bir çökelez(sincap) fırlıyor, ağzına doldurduğu fındıklarla bir anda geldiği gibi aniden gözden kayboluyor. Mehmet ağabeyimiz; bu ağaçlar, bu çökelezler bizim köyün neşesidir, bu sene ne ceviz oldu ne meyve, ama Allahtan fındıklar bol, onlar bu kışı rahat geçirecek diye tatlı tatlı anlatıyor.

Köy içerisinden geçip bahçelere doğru gidiyoruz. Ötede beride anıtsal nitelikte fındık ağaçlarına rastlıyoruz. Şimdi sonbahar hâsıl, harman, bağ bozumu zamanıdır.

Doğada sincaplar, bağda bahçede köylüler kısacası herkes yaklaşan kışa hazırlık yapıyor. Çökelezler fındık stoku yaparken, köydekiler de turşu kuruyor, odun ediyor, kış için bakliyat kurutuyor. Hâsıl harman işlerini yağmurlar gelmeden bir an önce bitirmenin telaşındalar.

Cebrail Keles Kose (1)-26

Aradığım fındık ağacının bulunduğu tarlaya doğru gidiyorum. Daha önceden boş tarla olan yer artık güzel bir bahçe olmuş. Zekeriya Çakır ve eşi bahçede kalan son ürünleri topluyorlar. Ne kadar şanslılar farkındalar mı bilmem ama bahçelerinin ortasında devasa bir fındık ağacı var. Biraz sohbet ediyoruz,

-Seni bildik daha önce de buralara gelmiştin ama o zamanlar kıştı. Yine bahçenin son zamanına denk geldin, şu kokulu domatesin tadına bak diyerek elleriyle kopardıkları domatesi uzatıyorlar.

Bir elimde domates poşeti, bir elimde makine ve cebimde yerden topladığım bir avuç fındıkla köy içinde aracımı bıraktığım yere doğru gidiyorum.

Yol üzerinde olağanüstü bir tabloyla karşılaşınca durup kalıyorum.
Cebrail Keles Kose (2)-25

Hasan Çakır amcam, Fatma ablam inekleri “Nazlı”yı köy içinde otlatıyorlar.

Nazlı adı gibi çok nazlı biri anlaşılan, öyle her otu yemiyor çok seçici.

Her bir metrede durup etraftaki en taze en lezzetli otu seçiyor büyük bir keyifle mideye indiriyor. Nazlı’nın keyifle yediği her bir tutam ot Hasan amcam için mutlulukların en güzeli. Yüzünden, gözünden, gönlünden anlaşılıyor.

Sahi neydi mutluluk.

Hani mutluluğun resmi yapılamazdı.

Ben ressam değilim ama bu gördüğüm manzara karşısında dayanamıyor ve bana göre mutluluğun resmini( Fotoğrafını) çekiyorum.

Balıkçı Şef için mutluluk neydi;

Ilgaz’ı gördüğü her yerdi.

Saçlarında dolaşan serin bir sonbahar yeliydi,

Radyoda denk geldiği bozkırın tezenesi Neşet Ertaş ‘tan “Ahirim sensin” türküsüydü,

Akşam aracıyla evin yokuşunu çıkarken gördüğü mutfakta yanan ışıktı…

Ben de mutlu olmak için hiçbir zaman çok fazla şey istemedim,Cahit Zarifoğlu’nun dediği gibi;

“İnsan kendi mutlu olma imkânını görebilmeli. Mutluluksa filmlerin, romanların içinde değil, kendi yaşadığımız basit hayatın içindedir. Ve önemli olan yaşanılan “an”dır.”

Hep o yaşadığın anda mutluluğu aradım.

Kısaca mutluyum.

Cebrail Keleş/Balıkçı Şef

2 Ekim 2025-Kastamonu

Cebrail Keles Kose (3)-22