Bir yalnızlık öyküsüdür bu…
Kastamonu sonbaharın en romantik yaşandığı yerlerden biri hatta fotoğrafçılar arasında “Sonbaharın Başkenti” diye bilinir.
Her yerde sonbahar güzel olsa da Küre dağlarında büyülü bir güzelliktedir.
Karadenizin üzerinden poyraz rüzgârlarının getirdiği bulutlar ığıl ığıl akar yaralıgözün, göynük dağının üstüne. Sonbahar renklerini bir kilim gibi alır sırtına üşüyünce. Bir şarkı yankılanır Küre dağlarının bilinmez zirvelerinde, ayak basılmamış ıssızlıklarında. Bu tek bir enstrümanla verilen resital değil orkestranın verdiği muhteşem bir konserdir.
…
Bizim dağlardan Bir öykü…
Evvel zaman içinde diye başlayan bir öykü anlatayım sizlere.
Küre dağlarında yaşayan bir ahlât ağacıyla ayı ailesi arasında geçen.
Bundan uzun zaman önce bir sonbaharda kuzgun, ya da tilki ya da bir ayı kimdir bilinmez bir tohum düşürür kayaların arasına, kışın üstüne kar yağar bahar geldiğinde ise artık o kökleriyle bir çatlağa tutunmuş inatçı bir fidandır. Üzerinden aylar yıllar geçer. Asla vazgeçmez, sabreder dayanır. O küçük fidan ağır ağır büyür. Çok yavaş olur ama sağlam bir köke sahiptir dert etmez zamanı. Sabırlıdır ahlât, kayalar güneşte ısındıkça kavurur yapraklarını, kışın buz olur kayaların içi dışı, dondurur köklerini ama o hiç şikâyet etmez.
Toprak yoktur, su desen akar gider durmaz bu yamaçlarda. Ama memleketim demiştir bir kere artık burası vatanıdır. Cemal Süreya’nın da dediği gibi…
“Ne demiş uçurumda açan çiçek
Yurdumsun ey uçurum.”
Dedik ya ahlât demek sabır demektir. O da sabreder hiç şikâyet etmez. Bildiği tek bir türkü vardır o da sabır üstüne. Bu bomboş kayalıklarda boy verdikçe, dalları meyveye durdukça etrafında neşeli şarkılar duyulmaya başar. Yalnız değildir artık kuşlar, geyikler, elikler, tilkiler ve daha bir sürü ormanda yaşayan hayvanlar bir bir gelirler onu ziyarete.
Ve bir de ayı ailesi de artık sık sık gelmektedir.
Anne ayı her gün yavrularını yiyecek bulacakları yerlere götürüp, güvenli bir şekilde geceleyecekleri bu kayalık alana ahlât ağacının altına getirmeye başlar.
Tüm bir bahar ve yaz mevsimi böyle geçer. Sonbaharda ahlat ağacı onlar için yiyecek kaynağı ve yuva olmuştur. Kış geldiğinde bu kayaların arasında bir in bulup annelerinin koynunda uzun bir kış uykusuna yatmışlar uyandıklarında da ilk olarak ahlat ağacının tomurcuklarını görmüşlerdir.
Anne ayı ve yavrular mutlu güzel günler geçirirken yavrular büyümeye başlamıştır.
Sonbaharın gelmesiyle kış uykusuna hazırlanan ayı ailesi tedirgindir, artık eskisi gibi ormanlarda kuşburnu, ahlat, alıç, kızılcık, döngel, hatta en çok buldukları böğürtlenler bile azalmıştır. Anne ayı her gün daha da uzağa gitmeye başlar.
Bir gece yine o uzak yürüyüşlerin birinde o siyah yolu geçmek zorunda kalırlar, tam yolun ortasına geldiklerinde anne geride kalan yavrularına bakar, hızla gelen iki beyaz ışık görür ve kendini düşünmeden yavrularına koşar, son bir gayretle onları yolun dışına atarken, kendisi için artık çok geçtir. Anne ayı yavrularını son anda kurtarsa da kendini kurtaramaz. Beyaz ışıklar geçip giderken arkasında hareketsiz siyah bir yığıntı, korkuyla bağrışan iki küçük yavru kalmıştır.
Ayıcıklar korkuyla yuvalarına ahlât ağacının altına sığınırlar.
Artık ahlât ağacının altında üç pati değil iki pati izi ve titreyen iki küçük gölge vardır.
İki öksüz ve yalnız miniğe ait gölgeler.
Anne yoktur artık.
İlk birkaç gün ahlat ağacının altında yine de beklerler ama anneleri gelmez. Açlık dayanılmaz olunca orada burada gezinip yiyecek ararlar. Derken bir yol kenarındaki açıklıkta bir parça yiyecek görürler. Onlar bu yiyeceği yemeye çalışırken yolda bir araç durur. Yavruların bu durumuna üzülüp aracında olan ne varsa yol kenara bırakırlar. Bir ekmek, bir kaç domates.
Yavrular korka korka gelir bırakılan ekmeği alıp yemeye başlarlar.
Gece evleri bildikleri ahlât ağacının dibine gidip gündüz yol kenarında yiyecek bekler olmuşlardır. Başka da bir şey bilmezler. Anneleri olsa onları ne yola ne insanlara yaklaştırmazdı ama çocuklar masumdur. İçlerinde kötülük yoktur. O yüzden kim onlara güler yüzle yaklaşırsa güvenip koşarlar yanına.
Artık onların hikâyesi dilden dile özellikle de sosyal medya aracılığıyla her yere ulaşır, herkes düşer onların peşine. Küre dağlarında sonbaharla birlikte ayıcıkları görmek için de bir hareket başlar. Kasa kasa meyve döken de vardır kavun kesip ikram eden de, selfi çekenlerde…
DKMP yetkilileri de boş durmaz kış yaklaşmaktadır. Öksüzlerde hazır yiyeceğe alışmakta iken ayıcıkların bundan sonraki hayatlarını koruma adına harekete geçerler. Ayıcıkları yol kenarından alıp daha rahat edecekleri bir yere götürürler.
…
Küre dağlarında yine bir sonbahar mevsimiydi, güz güneşi doğarken, bakır dolu dağları, bakır kızıllığına boyuyordu. Her şey eskisi gibiydi. Ama eksik bir şeyler vardı bu ormanlarda.
Ahlât ağacı yerindeydi, o hırçın sert huysuz kayalıklar da aynı duruyordu. Yine Karadenizin gözyaşlarını taşıyan bulutlar Yaralıgözden aşağı akıyordu.
Evet eksik olan o iki minik pati iziydi.
Ahlât ağacını memleket belleyen o iki pati izi artık görülmüyordu.
…
Ahlât bu topraklarda yaşayan insanlar gibidir.
“Ahlât ağacı ne derdini söyler, ne de duyanı olur feryadını. Ne vazgeçer tutunmaktan ne de terk eder toprağını. Ahlâtın bildiği üç türkü vardır. Üçü de sabır üstüne.”
Didem Madak şiiridir Ahlât ağacı,
“Ahlât ahların ağacıydı,
Yaşlanmaya başlayanların,
…
İç ses, diye söylendim
Ve ah dedim sonra,
Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.
…
Bu Küre dağlarında öksüz kalan ayıların öyküsüydü. Sonu nasıl bitti bilmiyorum.
Yeni yurtlarında rahatları nasıldır, yeni bir ahlât ağacı bulmuşlar mıdır?
Umarım ki bu öyküsünün sonu mutlu biter.
Peluş oyuncak sevimliliğinde olan yumuk yumuk o ayıcıklar mutludurlar.
Ahlat ağacı da yamaçtaki kayalıklarda sabırla bekliyor, bir gün yine üç pati izi görmeyi…
21 Ekim 2025 Kastamonu
Cebrail Keleş-Balıkçı Şef.






