Yolların bana öğrettikleri.
Kasım ayının son günlerindeyiz… Hava sabahları sisli, puslu; öğlenleri pastırma yazı tadında, geceleri ise buz gibi geçmeye başladı.
Ben de ise değişen bir şey yok, her mevsim aynı şiiri, şarkıyı söylüyorum. Başka da bildiğim bir türkü yok.
“Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece”
Yolları da yolculukları da hep çok sevmişimdir. Nasıl sevmeyim ki gittiğim her yol, çıktığım her yolculuk, bana mutlaka bir şeyler katmış, olumlu ya da olumsuz bir hatıra, bir iz bırakmıştır.
Seviyorum tıpkı Nazım Usta’nın dediği gibi:
“Yolları severmişim meğer
Asfaltını da.”
Öyle ki bana yeter ki yol olsun yeter. Asfalt ya da stabilize, toprak, patika fark etmez.
Yine gözüm yollara düşlerim yolculuklara çıkmakta iken, Turgut Uyar uzaklardan bir yerlerden sesleniyor:
“Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.”
Şimdi uzaklara gitme zamanıdır.
Ahlât, benim “sabır” ağacım…
Kastamonu’dan uzaklara doğru, ince uzun bir yoldayım. Kulağım TRT Türkü’de, gözüm tabelalarda. OSB ayrımı, Yürekveren, Kayalı Köyü, Arkutça, Sarıyonca, oyrak geçidi derken işte karşımda Devrekâni ovası.
Seydiler’e aşağı süzülürken karşıdan Yaralıgöz bana göz kırpıyor. Az ilerisinde yol kenarında Yayla Mahallesi’nin karşısındaki ahlât ağacıma takılıyor gözüm, Bu ağacı ne zaman görsem hiç gelmeyecek olanı bekleyen birine benzetmişimdir.
Bu öyle bir ağaç ki… Kış günlerinde buzdan çiçek açtığında fotoğraflamak için çok gelmişim ama hep geç kalmışımdır. O beni hep beklese de ben ona hiç yetişemedim.
Yine de hiç vazgeçmedim.
Ben sabrı onun gövdesine kazıdım. Dallarına, çaput değil ama dileklerimi görünmez iplerle astım.
İç ses diye söylendim.
Ve “ah” dedim sonra…
Böyle “ah” demeyi beli bükük bir ahlât ağacından öğrendim.
Diyor ya Didem Madak…
İşte ben de bu ahlât ağacından öğrendim sabırla beklemeyi.
Şahinlerin gökyüzü dansını hiç gördünüz mü?
Ağlı yolu, Seydiler kavşağından sonra Salmanlı’nın yokuşuna kadar dümdüz bir yoldur. Aşağı Arslanlı, Şalgamın Kahveleri ve Gölcüğez ayrımına kadar yolun iki yanında ahşap direklerde dikkatli bir çift göz sizi süzer:
Kızıl şahinler ovadaki en küçük hareketi izlerler. Ne zaman fotoğraflamak istesem anında uçup uzaklaşırlar. Bazen de fotoğraflamak yerine onların gökyüzündeki dansını izlerim.
Özgürlüğü de, kimseye kolay güvenmemek gerektiğini de ben bu kuşlardan öğrendim.
Diyorum ya hangi yola düşsem mutlaka unutulmaz hatıraların beklediği duraklarım vardır. Salmanlı yokuşunda, yoldan görünmeyen bir yerde 2 bin yıl önce devrinin en kudretli kişilerinden birinin lahdinin bulunduğunu bilirim.
Zamanında bu toprakların en kudretli kişisinin, Romalı komutanının kemiklerinin bile güvende olmadığını,
Hayatın kime ne getireceğini bilmenin mümkün olmadığını boş bir lahde bakarken öğrendim.
Yol uzun, hatıralar çok…
Ağlı merkeze dönmeden Uğralı Tepe’ye, karşıdaki kaleye selam verip Azdavay yol ayrımına geliyorum. Bir yanda Bereketli Köyü'nün güzelliği ve gizemli hikâyesi, diğer yanda Karaçam, Salmanlı ve Muharrem Hocamın yol kenarına yaptığı ahşap yöresel ürün merkezi…
Ne yapsam acaba diye düşünürken,
Seçmenin, bir diğerinden vazgeçmek olduğunu öğrendim.
Şenpazar–Cide yolu
Artık yolumuzu bir dereyle paylaşıyoruz. O dönüyor biz dönüyoruz o gidiyor biz gidiyoruz. Vallay Çayı yanı başımızda şimdi sakin sakin akıyor. Fakat daha birkaç yıl öncesinde bu küçücük derenin ne derece yıkıcı olduğu da unutulmaz hatıralarım arasında.
Suyun durgun akanından korkmayı bu dereden öğrendim.
Dereli Tekke’den geçerken merhum Emin Muhtar’ıma bir Fatiha gönderiyorum.
Ne zaman köy kahvesine girsem, Köy Hizmetleri'nin ve idarecilerin iyi anılarla yâd edildiğini gördüm..
Ahde vefayı, geride iyi bir isim bırakmanın ne kadar kıymetli olduğunu bu köy kahvelerinde öğrendim.
Maden, Kızıllı ayrımı, Çocukveren, tüneller, kar şelaleleri… Sıra pazarı, Aktaş Köyü ve girişindeki çatılı ahşap köprüyü görünce duruyorum. Eski muhtarımız Selahattin Oturak’la bu köprüde çok hatıramız var. Eski köprüyü sel alıp götürse de hatıralarımız duruyor belleklerimizde. Şimdi, yepyeni bir köprü ve onunla hiç hatıram yok.
Kalaycı Köyü’nün ahşap evleri, caminin önündeki çay bahçesi ve mini havuza dereden yakalayıp koyduğum balıklar… Tüm bunlar daha dün gibi geliyor oysa 20 yıllık bir yaşanmışlıktan bahsediyoruz.
Zamanın, en hızlı akan dereden bile hızlı olduğunu bu ahşap köprüden öğrendim.
Şenpazar: Eski dostlar, yeni yollar…
Artık Şenpazar’dayız. Korucak Mahallesi'nin güzel evleri tepelerde görünmeye başlıyor. Ama şehre girmiyorum; bugün cuma ve şehrin yerel pazarı kuruluyor. Bir girersem akşama kadar çıkamayacağımı bilirim.
Sessizce şehrin yanından geçip Cide yoluna doğru devam ediyorum. Âşıklı yol ayrımında şimşir kaşık ustam, muhtarım, aile dostum Yüksel Erdoğan bekler bizi. Geldiğimi duysa bilirim ki “Bize niye uğramadın” diye gönül koyar.
Harmangeriş’e inerken şimdilerde kapalı olan YİBO’ya dönüyoruz. Karşıda Dağlı Geçidi’ne çıkan yollar, Malyas Kanyonu gözüküyor. Burası Kastamonu’daki bilinmeyen gizli güzelliklerden biridir. Valla Kanyonu’ndan yorgun çıkan Devrekâni Çayı burada son kez dağlar arasında kaybolur. Kumluca’dan denize dökülüp Karadeniz’in koynunda eriyeceği ana kadar bu tepelerle ovalar arasında gezinir durur.
Ben, Devrekâni Çayı’nın uzun yolculuğunun Yaralıgöz’ün tepelerine düşen bir yağmur damlasıyla başladığını öğrendim.
Gürpelit, Fabrika Deresi ve Balıkçı Şef…
Şenpazar–Gürpelit yolunda İl Özel İdaresi ekipleri asfalt çalışması yapıyor. İş Arkadaşlarımıza, köylülere, muhtarımıza bir “merhaba” diyoruz. Yemeklerine ortak olup çayımızı birlikte yudumluyoruz.
Muhtar Hasan Basri Tekin’le konuşurken söz dönüp dolaşıp muhteşem köy konağına geliyor.
“Köy Hizmetleri 13. Bölge Müdürü merhum Muzaffer Ersoy’un bu konağa büyük katkısı vardı,” diye anlatırken ona Rahmetli olduğunu söyleyince duygulanıyor. “Her zaman dualarla anıyorum,” diyor.
Burası birkaç kelimeyle anlatılacak gibi değil. Değirmenlerinden Fabrika Deresi'ne, Kızılcasu kamp alanından, 12 kardeş kayın ağacına kadar her yeri keşfedilmemiş bir hazine gibi…
Yol kenarında eskiden han olarak kullanılan metruk bir bina var. İnsanlar içlerinden geleni duvarlara yazmış.
Biz de yerdeki yanmış bir odun parçasıyla duvara “Balıkçı Şef buradaydı” yazıyoruz.
Karşısına geçip gülümsüyorum.
Ben adımı dağlara değil, duvarlara yazmayı burada öğrendim.
Şehribani Kanyonu
Harmangeriş’ten yukarı çıkarken eski taş ocağına girip bir dron uçuruyorum. İçinden geçemesem de en azından kuş uçuşu yukarıdan dronla Şehribani Kanyonu’nu izliyorum. Sonbaharın müthiş renkleriyle doğaüstü görünümüyle kanyon müthiş gözüküyor. Yerden çok görsem de;
Bir kuş uçuşunda kanyonun nasıl göründüğünü ben dronun gözünden öğreniyorum.
Hatıralar Durağı…
Tüm yollar bir yerden bir yere gider; ömür kısadır bir gün tükenir ama yollar asla tükenmez.
Fakat her yolda herkesin kendine göre bir “hatıralar durağı” vardır. Benim de bu şehrin her köşesinde, her dağında, köyünde bir tek benim bildiğim, gördüğüm duraklarım vardır.
“Kiminde durup göğe bakarım.”
Kiminde anılar valiziyle bekleyen biri vardır.
Bazen de eski bir han duvarında “Balıkçı Şef buradaydı” yazısı okunur.
Ve her durakta benden bir hatıra vardır.
Ben kendimi aramayı, bulmayı bu yollardan öğrendim.
Cebrail Keleş- Balıkçı Şef
28 Kasım 2025-Kastamonu









