Bir Ilgaz masalıdır bu; Issız, sessiz ve kimsesiz…
…
Ilgaz ne zamandır bana göz kırpıyor, zirvelerinden esen yellerle haber yolluyor.
Bahattin Karakoç ne diyordu;
Takvim sorup hudut çizdirme bana,
Ben sana çiçeklerle geleceğim
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
…
Eyy ılgaz bilesin ki;
Sen benim terk etmeyen sevdam, adın geçince kalemim elden düşensin. Seni ne zaman görsem, gönül telimin titrediği memleketimsin. “Ben sevdim mi Ilgaz kadar severim” dediğim” ölçü birimimsin. Kısaca seni görmediğim her yeri gurbet bellediğim vatanımsın.
Beni bilen bilir, gönlüm bu yüce dağa düşmüş bir kere, görmeden de anmadan da duramam. Kışın; ıssız, sessiz, ulaşılmaz karla kaplı zirvelerini seyrederim. Bahar gelse de çıksam yaylalarına diyerek bakarım takvime, Ilgaz hep çağırır beni, ne zaman geleceksin der,
Ne zaman diye sorma bana, her zaman gönlümün sol alt yanında olsan bile, zirvende karların eridiği, yaylalarında çiçeklerin açtığı zaman oradayım.
Ben her bahar, her sonbahar, her yaz, her kış, her mevsim yeniden âşık olurum bu dağa, gönül dağıma, Ilgaz’ıma.
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez…
Mademki çağrılıyoruz, davete icabet şarttır diyerek ilk fırsat bulduğumuzda, haydi, Ilgaz vakit tamam diyerek, düşüyoruz yola. Bir ilkyaz günü Çatören, sapağından Ilgaz’a doğru yol alıyoruz.
Bu yollar bana çok tanıdık, kaç kez geçtim bilmiyorum. Adeta her kayasını, her ağacını bilirim desem yalan olmaz. Bu yollarda çokça izim, dağlarında gözüm, arşivimde binlerce fotoğrafım ve bunun yanı sıra anlatamadığım bir dünya dolusu duygularım var.
Tanır beni bu yollar, tanır bu akan sular.
Aracımla bu yollarda giderken flaş belleğe kaydettiğim özellikle de yalnızken dinlediğim “Yol türkülerim” var. Aralarından bu dağa yakışır bir türkü arıyorum. Aheste aheste aracım kayaların arasındaki o küçük ıssız yoldan ilerlerken bir yanımda Karasu deresinin sesi, bir yanımda Neşet Ertaş’ın o insanın içine dokunan sesiyle söylediği “Gönül dağı” türküsü eşlik ediyor.
“Kalpten kalbe bir yol vardır, görülmez,
Gönülden gönüle gider /Yol gizli gizli.”
Söylemiyor sanki gönlümü “dağ” lıyor gönlü sesiyle, sazıyla, tezenesiyle.
…
…
Ilgaz kokulu balıklar…
Bu yollar tanıdık, bu dağlar da bu sular da dedik ya. Burada yaşayanlar da tanıdıktır. Eskiye dayanan dostluklarımız, unutulmaz anılarımız vardır çoğuyla.
Çatören Köyü eski Muhtarlarından merhum Kamil Dağlıoğlu da onlardan biriydi. Hacet zirvesine çıkarken uğramadan geçmediğimiz iyi bir dosttu. Bir çay içimi konuşurduk dağdan, balıktan, yaylalardan.
En büyük hayali Kırmızı benekli alabalık üretmekti.
Mekânı cennet olsun.
Şimdi aynı işletmeyi oğlu Ceyhun devraldı, babasının izinden gidiyor.
Ona da bir selam verip çıkalım diyoruz ama ne mümkün, bir çay içmeden bırakmam diyor, Baba dostumuzsun hatırımız olsun o kadar deyince de tüm inadımız kırılıyor ve bir solukluk duralım diyerek inip kucaklaşıyoruz.
Alabalık temiz havayı en önemlisi de temiz berrak duru suyu seviyor. Tesise gelenler balık alıp gidenler var. Çankırı Şabanözü’nden gelen Seyit Altay da bunlardan biri, sık sık buraya uğrarım, seviyorum burasını diyor ve bir şey ilave ediyor,
Bu dağ bana farklı bir duygu veriyor, kendimi çok huzurlu ve mutlu hissediyorum diyor.
Laf lafı açıyor sohbet farkına varmadan uzuyor. Bir bardak çaya durduk ama biz de bu kadarını düşünmemiştik. Ceyhun bu arada az bekleyin diyerek eline kepçeyi alıp havuzun üstüne çıkıp balık getiriyor.
Ali dayımda güzelce ayıklayıp tüpün üstündeki bakır tavada çıtır çıtır kızartıyor.
Daha ne olduğunu anlamadan önümüzde bulduğumuz alabalıkları yerken arkadaşımız soruyor,
Bu balıkta farklı bir tat var. Her yerde yedim ama burası bir başka lezzette, nedir bunun sırrı diye Ali dayıma takılıyor.
-Suyundandır diyorum, bu su gürgenlerin altından çıkıyor, ağacın özünü taşıyor, Ilgaz’ın karla kaplı zirvesinden süzülüp kayaların altından çıkıyor, Ilgaz’ akıyor.
Ne bir insan eli, ne bir köy var suya karışan.
Bu su Ilgaz’dır.
Balığın lezzeti de kokusu da tadı da dağın bağrından gelen o sudandır.
…
Ilgaz’da yaylaya çıkmak…
Masalsı yoldan keyifle yukarılara doğru çıkıyoruz, Sarı kantaronlarla bezenmiş yoldan ilerlerken birden yol bitiyor. Orman işçileri ster yapıyor. Yol ağaçlarla dolu, onların işine engel olmamak için dönüyoruz.
Az geride bir yol ayrımı var.
Biri oldukça işlek, diğerinin üstü otlarla kaplı belli ki gelen giden olmamış. Bu zamana kadar hep dışlanmışım, hep aykırı görülmüşüm, elbette tercihim de belli.
Bir masal yolunda kayan bir yıldız gibiyim.
Tepemde yeşilin bin bir tonunun olduğu ağaç tünelindeyim. Arada bir yol kenarında ağaçtan oluklar görünüyor. Durup bir yudum su içiyor bağrımı, buz gibi havayla da gönlümü serinletiyorum.
Artık yayladayım.
Her türlü çiçekle bezenmiş bir halı var ayağımın altında.
Karşımda orman denizi,
Tepemde mavi gökyüzünde özgürce gezinen pamuksu bulutlar.
Ilgaz bana bakıyor ben ona.
Gözlerimi ayıramıyorum o kadar güzel ki.
Tanrıların sofrası Ilgaz diye boşuna mitolojide yerini almamış.
…
Sessizce dertleşiyorum Ilgaz’la.
Emanet ediyorum sırlarımı zirvesine,
Bir ben, bir zirve, bir de bizi yaradan biliyor.
…
Dönüş yolundayım.
Cam hafif aralık hafif bir yel esiyor, üşütüyor beni.
Bir türkü çalıyor Neşet Ertaş kısık sesle,
…
Aman gine haber gelmiş dostun elinden
Durmayıp sevdiğim gelesin demiş
Bergüzar göndermiş zülfün telinden
Saldığım haberden bilesin demiş
…
Elimde bir demet kantaron çiçeği var. Eve gelince uzatıyorum çiçeği;
Ilgaz’dan bir bergüzar (yadigâr) getirdim diyorum.












