Bizden yadigâr olarak ne kalacak gelecek nesillere…
Bundan çeyrek asır kadar önce bir sonbahar akşamı olukbaşından şehre girip meydana doğru giderken çevremi saran tarihe kültüre bakarak hayran olmuştum. Ahşap evlerin dere kenarlarındaki çınarların arasından gördüğüm kalenin ışıklarını gördüğümde böyle güzel kaç kent var ki dedim kendi kendime.

Burası Kastamonu, tarihiyle, coğrafyasıyla, kültürüyle 7 bin yıllık bilinen tarihiyle bölgenin her zaman her devirde yönetim, toplanma, ticaret merkezi olmuş. Gelip geçen onca uygarlık geride mutlaka bir iz bırakmış.

Her baktığım yerden bir tarih fışkırıyor, sanki bir tarih kitabı önümde açılmış okunmayı bekliyor. Fakat en güzeli az sonra önüme çıkıyor. “Kastamonu Hükümet konağı” gördüğüm en güzel devlet dairesi.
Gündüzü ayrı, gecesi ayrı güzel gözüken, harika bir yapı,
…
Ben bir şehri tanımak istiyorsam içinden seyretmem, mümkünse çıkarım yüksek bir yere, hepsini görmek isterim. Bu şehirde uzun yıllardır elimde makine ile dolanırım dağında, bağında, yollarında. Buna rağmen ben tanıdım diyemiyorum. Çünkü ne zaman en iyi bildiğim yere bile gitsem şaşırtan bir ayrıntı mutlaka karşıma çıkıyor.
Sayısız kere çıkmışımdır, tevsere, doğan, inci tepesine. Gündüz, gece demeden, karda yağmurda ne zaman fırsat bulsam şehrimi izlerim, izler ararım geçmişten.
Şehre çökünce akşam sarı ışıklar bir bir aydınlatır sokakları, evleri. Sonra şehir ışıkla boyanmaya başlar, kale aydınlanır surlarıyla, bayrağıyla tüm heybetiyle. Saat kulesi, bembeyaz parlak rengiyle tepeden bakar her daim hepimize. Zamanın efendisi benim der gibi. Tarihi camiler, yapılar da bir bir aydınlanır gecenin karanlığına inat.
Ve en güzeli de şehrin ortasındaki o mücevher parlamaya başlar.
Saray üstü tepesine yapılan Hükümet konağı bu şehrin tek taş pırlanta yüzüğüdür adeta.
Kent merkezinde kaya mezarları der ki tarihimiz 7 bin yıllıktır. Bu şehir kadim bir kenttir. Bunu İlimize gelen her konuğuma Tevser, Doğan, İnci tepesinden ya da Tarihi Saat kulesinde kahvesini yudumlarken karşısındaki eşsiz manzaraya bakarak anlatmaya gayret ettim.
kale-kule-dere üçgeninde kısa bir geziye çok şey sığdırdım.
Bir yılda yapılan 118 yıllık tek taş mücevherimiz…
Bana binayı sordular misafirler ne kadar güzel bir bina yapımı çok uzun sürmüştür diye de belirtmeyi ihmal etmediler.
Bir yılda yapılmış deyince çoğu da inanmadı.
Kısaca anlatayım dinleyin dedim.
1900 lü yıllara girmeye ramak kalmıştır. Artık gelişen şehre, kalabalıklaşan nüfusa ve ülkenin bu kadim şehrine layık bir Hükümet Binası ihtiyacı doğmuştur.
İlk olarak, mimar aranır ve en uygun kişi de, Kastamonu Hükümet Konağı yapımı planlanırken babası da Kastamonu’da valilik yapmış olan Sırrı Paşanın oğlu “Mimar Vedat Tek” akla gelir. Görevi Kabul eden mimarımız kolları sıvar işe başlar. İlk olarak yer seçimi yapılır ki bunun için fazla bir arayışa gerek yoktur. Şehrin en merkezi yerinde bulunan alanda, vali ve mütesellimlerin oturduğu ve görev yaptığı harap saray yapıları vardır. Bu alan yazılı kaynaklardan takip edilebildiği kadarıyla 17’nci yüzyıldan bu yana kentin ve eyaletin yönetsel birimlerinin bulunduğu alandır ve 1830 yılında yapılan ahşap bir Hükümet Konağı mevcuttur.
Dersaadet Baş Mimarı aynı zamanda Milli Mimari akımının kurucularından Mimar Vedat (Tek) tarafından Hükümet Konağı inşaatı 1900 yılında başlar ve günümüzde rekor sayılacak bir sürede yaklaşık 1 yılda tamamlanarak 1 Eylül 1901 tarihinde 2'inci Abdülhamit'in tahta çıkış yıldönümünde,kutlamalar eşliğinde Vali Enis Paşa tarafından açılışı yapılır
O günden bu güne kadar yapıldığı andaki işlevini sürdüren nadir yapılardan biridir.
…
Vali Ömer Ali’nin yadigârı hayata dönüyor…
Hükümet konağı önünden geçerken pek dikkat çekmeyen bir yapı var. Tarihi bir çeşme, suyu akmayan iyice yıpranmış erimiş sarı örencik taşından yapılma.
Bu konularla özel olarak ilgilendiğini bildiğim Prof. Dr. Yaşar Yetişken sosyal medya da bana bunun aslında bir çeşme değil bir anıtın parçası olduğunu söyledi.
İkinci Meşrutiyet döneminde, (08.03.1909- 22.07.1909) tarihlerinde kısa bir dönem Kastamonu Valiliği görevinde bulunan Ömer Ali Bey kendi parasıyla yaptırmıştır.
Hükümet Dairesi önünde bulunan çeşme de “Yadigâr-ı Ömer Ali” yazıyor.
“Ömer Âlî Bey, Kastamonu’daki görev süresinin kısalığına rağmen, şahsi servetiyle bir anıt/çeşme yaptırmıştır. Hükümet binasının önündeki meydanda bugün hâlâ varlığını koruyarak şehri süslemekte olan bu çeşme, Kastamonu taşıyla yaptırılmış, süslemeleri ve üzerindeki Yadigâr, Ömer Âlî, 1325/1327 ibareleri, tanınmış hattat Mustafa Nâmi Efendi tarafından gerçekleştirilmiştir.”
…
125 yıllık bir hükümet konağından kimler geldi kimler geçti.
Herkes kendince bir şeyler yaptı, arkasında eserler bıraktı. Ama bir vali, kalıcı bir yadigâr bıraktı. Taş bir anıt çeşme yaptırıp üstüne adını da yazdı. Kendisi belki de en kısa süre görev yapan valilerimizden biri olmasına rağmen en uzun süre hatırlanacak bir esere adını yazdırdı.
Aradan geçen yüz yılda hem çeşmeden hem de çeşmenin önünden çok şeyler geldi geçti. Yıprandı, eridi taşları, kesildi suları. Unutuldu Ömer Ali Bey ve çeşmesi.
En sonunda bir tarihe, bize yadigâr bırakılan bir esere sahip çıkılıp İl Özel İdaresi vasıtasıyla restorasyonu yapıldı.
Uzun ve karmaşık bir restore süreciydi. Çok başarılı bir çalışma oldu. Emeği geçenlere teşekkürler.
Müzede gördüklerim…
Bu son günlerde hayatımda fazlasıyla hastalık ve cenaze vardı.
Hem beden hem de ruhsal olarak yıprandım. İlaçlarla serumla, hastalık geçti, acılar azalmasa da zamanın külleriyle kaplandı.
Hava güneşli, biraz ayaklarıma derman gelmişken şehrin sokaklarında dolaştım.
Vilayet binasının önünden indim aşağıya. Sırtını kaleye vermiş kış güneşinin keyfini çıkaranlarla selamlaştım. Nasrullah köprüsünden geçerken sadaka taşına bırakılmış yarım simide kızdım. Yeni emekli, eski dost birçok arkadaşımla karşılaştım. Oturup çay içtik yadigar olarak bıraktıkları anıları konuştuk.
Çayların biri gitti biri geldi, sohbet uzadı, baktım olacak gibi değil,
Haydin eyvallah diyerek kaldığım yerden şehrin sokakları gezisine devam ettim.
Sağa sola bakarak, fotoğraf çekerek sanki ilk kez görüyormuşçasına keyifle gezelerken bir baktım ki, müzenin kapısındayım.
Müzeleri, orada bulunan eserleri, öykülerini hep sevmişimdir.

Bahçesinde kadim medeniyetlerden kalan çoğunluğu mezar taşı olan eserleri izledim. Meyre tapınağının kitabesini ne zorluklarla getirmiştik Karabük topraklarındaki köyün bahçe duvarından. Bahçede genelde mezar taşları sergileniyor. Bir zamanlar bu topraklarda yaşayanlar kaybettikleri sevdikleri için, ölümlü olanları, ölümsüz olmaları için taşa, mermere kazımışlar sevgilerini.
Dili başka, ismi başka, kültürü, dini, milleti başka birçok yazı şekil resim var.
Ama acının rengi de dili de dini de ırkı da yoktur.
…
Bir yanda binlerce yıl önceden taşa mermere kazınan hatıralar, bir yanda yüzyıldır hizmet veren vilayet binası,
Baktığım her yerde bir yadigâr görüyorum.
Hani Gassal dizisinde ne diyordu Baki…
Beni kim yıkayacak? Diye ya…
Hep geçmişten gelen yadigarları anlatıyoruz, seviyoruz,
Peki, biz ne bırakacağız geleceğe “yadigar” olarak…
Beton bloklar mı?
…
Cebrail Keleş- Balıkçı Şef
Kastamonu 20 ocak 2025
