Okurlarımızdan gelen bir soruyu cevaplayalım. Bize sorulan soru şu… “Şimdi asgari ücretle aldığımız ekmek, patates, simit vb miktarı geçmişte asgari ücretle aldığımız ekmek, patates, simit miktarından daha yüksekmiş. Ama hatırladığım kadarıyla o zaman da halk geçim sıkıntısı çekiyordu. Şimdi de geçim sıkıntısı çekiyor. Sanki hiçbir şey değişmemiş gibi… Nasıl oluyor bu?”
Öncelikle istatistikte sorun yok. Gerçekten geçmişte alabildiğimizden daha fazla ekmek alabiliyoruz. Aynı şey patates, simit vb için de geçerli. O halde neden günümüzde insanlar geçim sıkıntısı çekiyor? Çünkü günümüzde çok daha fazla ve farklı mallar alıyoruz. Şunu açıklayalım. 1940’lı yıllarda insanlar maaşlarını aldıklarında un, yağ, şeker gibi temel gıda ürünlerini alırlardı. Kumaş alırlardı. Farklı mallar almazlardı. Mesela tuvalet kağıdı, hazır giyim, parfüm vb harcamalar yapmazlardı. Az sayıda mal almalarına rağmen geçim sıkıntısı çekerlerdi. İnsanlar kumaş alırlar, evin hanımları kumaşla elbise dikerlerdi. Tuvalet kağıdı, buzdolabı, televizyon gibi mallar keşfedilmemişti. 1970’li yıllara gelindiğinde insanlar tuvalet kağıdı, deterjan, diş macunu kullanmaya başladılar. Artık bunlar zorunlu mal haline geldi. Günümüzdeki gibi lokantada, cafede yemek veya birşeyler içmek zorunlu ihtiyaç değildi. İnsanlar sokaktaki parka oturup peynir, ekmek, karpuz, domates yiyebilirdi. Hatta gelip geçeni de sofralarına davet edebilirlerdi. Televizyon, buzdolabı halen zorunlu mal değildi. Mahallede tek kişide televizyon bulunur, insanlar bu televizyon bulunan kişiye misafirliğe giderdi. 1990’lara geldiğimizde ise televizyon, buzdolabı zorunlu ihtiyaç haline geldi. Evlerin %80’inden fazlasında televizyon ve buzdolabı bulunuyordu. 1970’lerde sabit telefon belirli sayıda evde iken 1990’larda artık tüm evlerde sabit telefon vardı. Ama cep telefonu tek tük kullanılıyordu. Yani artık sabit telefon zorunlu mal haline gelmişti, ama cep telefonu zorunlu değildi.
Günümüze gelelim. Günümüzde artık insanlar TV, buzdolabı, sabit telefon için de harcama yapmaya başladılar. Günümüzde 100 hane başına düşen TV, buzdolabı sayısı 100’ün üzerinde. Yani bazılarımızda iki veya daha fazla TV ve buzdolabı var. 1990’lı yıllarda cep telefonu ve internet için cebimizden para çıkmıyordu. Şimdi herkesin evinde bilgisayar, cep telefonu var. Aylık olarak internet, cep telefonu faturası için harcama yapıyoruz. 1970’lerde lokantaya gidip yemek yemeyebilirdik, kimse de lokantada yemediği için sıkıntı çekmezdi. Günümüzde Kuzeykent bölgesine gittiğimizde öğrencilerin bile cafelere sık sık gittiğini görüyoruz.
Kısaca maaşımızla, gelirimizle artık daha fazla ekmek alabiliyoruz. Yani bütçemizde bir fazlalık oluşuyor, refahımız artıyor ama bu fazlalık başka harcamalara gidiyor. Şöyle açıklayalım. Geçmişte gelirimizle bir ekmek alıyorduk ve geriye paramız kalmıyordu. Şimdi gelirimizle yine bir ekmek alıyoruz ama yanında cep telefonu, internet, bilgisayar gibi ürünler de alıyoruz. Yine geriye paramız kalmıyor.
Engel denen bir iktisatçı var. İnsanların geliri arttıkça harcamaları içinde lüks mala ayrılan payın arttığını, zorunlu mala ayrılan payın ise azaldığını söylemiş. 1990’larda parfüm, deodorant, makyaj lüks harcama olarak görülüyordu. Günümüzde her yerde Gratis, Watsons gibi markalar var. Yakında BİM, ŞOK, A101 gibi olacaklar. Merkezde gezen her üç kadının birinin elinde Gratis torbası var. Artık makyaj lüks değil. 1970’lerde sınırlı sayıda kişide buzdolabı vardı. İnsanlar yemeklerini tel dolaplarda saklıyordu. Şimdi herkesin evinde buzdolabı var. Hatta bazılarımızda iki tane var, bazılarımız buzdolabının yanında derin dondurucu alıyor. Yani buzdolabı da artık lüks değil. Bu tip malların örneklerini çoğaltabiliriz.
Özet geçeyim. Geçmişe göre daha fazla refah içinde yaşıyoruz. Gençler de bizden daha iyi yaşayacaklar. Bir sonraki nesil de muhtemelen onlardan daha iyi yaşayacaklar. Şimdi geçim sıkıntısı yaşamamızın nedeni daha önce harcama yapmadığımız ürünlere harcama yapmaya başlamamızdır. 1990’larda ortalama bir memur Antalya’da tatil için harcama yapmazdı, şimdi Antalya’yı bırakın yurtdışında tatil yapan çok sayıda memur görüyoruz. Kemal Sunal’ın “Ortadirek” filmini seyrederseniz aradaki farkı anlarsınız. Özellikle kavanozdaki zeytin sahnesine bakın.
Anlaşılması için başka bir örnek vereyim. 2000 yılında nüfus 63 milyon ve motorlu taşıt (otomobil, motorsiklet, kamyonet, minibüs vb) sayısı ise 8.4 milyon idi. Yani toplumun sadece %13,3’ünde motorlu taşıt vardı. Şimdi nüfus 85.6 milyon ve motorlu taşıt sayısı da 32.6 milyona dayandı. Yani artık halkın %38,6’sınde otomobil var. Bu arada Türkiye’de otomobil vergilerinin de yüksek olduğunu belirtelim, eğer Avrupa’daki gibi düşük olsaydı rahat bu oran %50’yi geçerdi. 10 sene önce otomobilinizi Kastamonu merkezde bankanın önüne park edebilirdiniz, trafik sıkışıklığı yoktu. Peki ya şimdi? Kastamonu’da bile trafik sıkışıyor artık.