Öğretmenler Günü için; Üç kuşaktır eğitimin peşinden koşan bir ailenin akademisyen evladı Selen Eski ile söyleşi yapmak istedim.

Annesinin, anneannesinin, babasının ve dedesinin açtığı akademik yolun izinden giden Selen Eski, Anadolu’da büyüyen, Dünya’ya açılan bir bilim yolcusu…

Mi̇ne Özgür Köşe (3) (5)

Doğduğu toprakların sadeliğiyle, ulaştığı ülkelerin geniş ufku arasında kendi köprüsünü kurmuş; o köprünün üzerinde büyümüş, olgunlaşmış ve bugün İtalya’da, dünyanın saygın üniversitelerinden birinde bilimle yeni bir yol açıyor kendine.

Onun hikâyesi, sadece kişisel bir başarı öyküsü değil; aynı zamanda aile bağlarına, değerlerin gücüne ve eğitimin dönüştürücü yapısına dair zarif bir hatırlatma…

Türkçeyi doğru kullanması, geniş kelime dağarcığı ile verdiği cevaplar ülkenin geleceği ile ilgili umutlarımı artırdı. Bu kadar genç bir kişiden kentin hafızasına ait bilgilere ulaşmak ve aile büyükleri, öğretmenleri ile ilgili anılarına verdiği değeri görmek benim için şaşırtıcı olduğu kadar güzel bir sürpriz oldu.

Bir yandan Anadolu’nun kanaatkâr ruhunu, diğer yandan dünyaya açık bir merakın taze nefesini taşıyan Selen Eski’nin öz geçmişi ile söyleşiye başlıyoruz. Çocukluğunu, ailesini şu sözlerle anlatıyor:

“20 Ağustos 1998 tarihinde, annemin doktora eğitimine devam ettiği sırada İstanbul’da dünyaya gelmişim. Röportajımızın tarihi çok nüktedan. Ben de şu anda doktora yapıyorum ve annemin beni dünyaya getirdiği yaştayım. Göbek bağım bir üniversiteye gömülmüş müdür bilmiyorum ama doktora ile doğuştan bir bağım varmış belli ki.

İstanbul’da yalnızca 1 sene kalmışız. Çocukluğum memleketim Kastamonu’da geçti. Ailenin ilk çocuğu ve ilk torunu olarak çok sevildim. Çok şanslı bir çocuktum, kimsenin hayal bile edemeyeceği kadar mükemmel bir insan (Prof. Dr. Saime İnal Savi) tarafından büyütüldüm. Kastamonulular ve siz onu çok yakından tanıyorsunuz Mine Hanım.

Anneannemin en sevdiği sohbetlerinden biri sizinle olanıydı; güzel kaleminizden röportaj olarak yayınlanmıştı ve anneannem de o gazeteye hep gözü gibi baktı. Hatta sanırım siz benim tanıdığım ilk kadın gazetecisiniz. Benim de sizin kaleminizden çıkacak bir röportajım olması beni çok mutlu etti, ilginiz için çok teşekkür ederek başlamak isterim.”

Mi̇ne Özgür Köşe (1) (6)

Bu kıymetli değerlendirmeniz için teşekkür ediyorum. İsterseniz eğitiminizin temelinin atıldığı günlerden konuşarak devam edelim:

“Anaokulunu, Kastamonulu birçok çocuk gibi Kız Meslek Lisesi’nin

kreşinde okumuşum. Orası Kastamonulular için bir lisenin ötesinde pek çok farklı anlam taşır;

benim jenerasyonum için kreş, anneannemlerin jenerasyonu için resim kursları ve sergilerdir.

Kız Meslek Lisesi’nin bahçesinde çekilmiş kırmızı paltolu bir fotoğrafım vardır çok sevdiğim. İlk yıl sonu gösterilerimizi orada yapmışızdır birçok arkadaşımla. Ve birçok anne için gelenekselleşecek, çocukların yıl sonu gösterilerinde dökülen göz yaşlarının ilki orada dökülmüştür.

İlkokullu olma zamanı gelince başlamış bir telaş. Şehrin en iyi öğretmeni olan Gülbahar Öğretmenin öğrencisi olmak için şansım yaver gitmiş ve kurada ismim çıkmış. Bizi akşamları ve hafta sonları evinde minik gruplar halinde nasıl ders çalıştırdığını ve ilk onun evinde çaya pötibör banmayı öğrendiğimi hiç unutmam. Bu röportajı okursa ellerinden öpüyorum canım öğretmenimin. Yanaklarının yumuşaklığı, yıldızlı çıkartma yapıştırdığı defterlerimize “aferin” yazarken zarif elinin deftere nasıl destek yaptığı hala aklımda.

İlkokul ve ortaokul maceralarımı Kastamonu’da bitirdikten sonra annemin işyeri değişikliği sebebiyle Karabük’e taşındık. Burada TED Karabük Koleji Vakfı Özel Anadolu Lisesi’nde okudum. Bana sorarsanız bu lise, akademik hayatımdaki dönüm noktalarından biriydi. Daha sonra Türkiye derecesi yapan sınıf arkadaşlarımla, çok çok iyi öğretmenlerin canla başla emek verdiği bir ortamda üniversite sınavına hazırlandım. Şanslı bir çocuktum dedim ya, muhteşem öğretmenlerim oldu.

Liseden mezun olmamdan bu yana geçen 9 senedir artık öğretmenlerim aile bireylerim gibi oldular. Elif Hocam, Hatice Hocam, Kazım Hocam… hepsinin üzerimde emeği sonsuz. Onlar sayesinde ilk tercihim olan ODTÜ İşletme Bölümü’nü kazandım ve 2021 yılında Yüksek Onur derecesiyle mezun oldum.”

Her genç, kendi yönünü bulurken hem bir rehbere hem de güçlü bir sezgiye ihtiyaç duyar. Bu dönemde sizin iç sesiniz size neler söyledi?

“İşletme Bölümü lisede okurken düşündüğüm bir bölüm değildi, benim tek istediğim ODTÜ’de okumaktı. Annem her Ankara’ya gittiğimizde beni ODTÜ Kampüsü’ne götürürdü; burada yemek yer, bazen misafirhanesinde konaklardık. ODTÜ mezunları kampüse hep ‘Ev’ derlerdi, anlamazdım. Bugün kampüse her gidişimde eve dönmüş gibi hissediyorum. ODTÜ kampüsü benim hayatımda gördüğüm en güzel kampüs. Adeta ormanın içine kurulmuş bir şehir. Sadece güzel bir yerleşke değil, inceliklerle tasarlanmış ve yaşanmışlıklarla ruh bulmuş bir yer.

Kampüsle ilgili beni en çok duygulandıran şeylerden birini kısaca anlatmak isterim. ODTÜ, 1956 yılında, Meclis binasının yanında bulunan, lavabosu bile olmayan bir barakada eğitime başlamış. Öyle ki insanlar Meclis’teki lavaboları kullanırmış.

Daha sonra bugünkü Ankara yerleşkemize taşınma işlemleri başlamış. Kurucu rektörümüz Kemal Kurdaş kampüste sık sık ağaç dikermiş ve insanlar onu ‘Hoca ne yapıyorsun, bu çoraklıkta ağaç mı biter’ diye eleştirirmiş. Bugün 45 km2‘lik ODTÜ Kampüsünün 30 km2’si birçok bitki ve hayvan türüne ev olmuş koskocaman bir ormandır.

Ne zaman göz alabildiğine ormanlık olan yemyeşil kampüsümüzde yürüsem, Kemal Hoca’yı bir kurak arazi ortasında ağaç dikerken hayal etmeye çalışırım. İşte bu yüzden ODTÜ’de ağaç dikmek, birçok özel geleneğimizden biridir.”

Geçmişten geleceğe uzanan bu hikâyede her cevap yeni bir kapı aralıyor ve bizi daha derin bir yolculuğa davet ediyor. Selen Eski’nin iş yaşantısını dinleyerek söyleşimiz sürüyor:

“Mezun olduktan sonra kültürüne hayranlık duyduğum Türkiye İş Bankası’nın Hazine Bölümü’nde Uzman Yardımcısı olarak göreve başladım. O kadar hayrandım ki işe alım mülakatımda Genel Müdür Yardımcımız ‘Biz en çok kurumsal aidiyete kıymet veririz. Sen zaten kurumsal aidiyetini gelmeden oluşturmuşsun, şimdi biz sana ne vereceğiz’ diyerek takılmıştı bana.

Bir insan bir bankayı böylesine sever mi demeyin, onun da tabi ki bir hikayesi var. Ben henüz 10 yaşındayken, 2008 yılında, anneannem bana İş Bankası’nın bugün hala aynı yerinde olan Kastamonu Şubesinde birçoğumuzun bildiği Kumbara Hesabı’ndan açmıştı. Hani o meşhur eski tip kumbaraların verildiği hesap. O gün bugündür ben sağlam bir İş Bankalıyım.

Anneanneme de doğduğu gün babası bir hesap açmış 1930 yılında. Yani bu İş Bankası sevgisi bana anneannemden miras. Bana 10 yaşında birikim yapmayı öğreten bu banka, daha sonra ilk iş verenim oldu; ilk maaşımı orada aldım, ilk iş arkadaşlarımı orada edindim, yetişkinliğe ilk adımımı orada attım. Bugün kumbaramı hala saklıyorum ve bankamı çok seviyorum.

Fakat zamanla anladım ki ben insanların hayatına dokunabileceğim bir meslek arıyormuşum, benim gönlümde hep akademisyenlik yatıyormuş. Bankada geçirdiğim 1.5 seneden sonra, başka bir hayalimi gerçekleştirmek için istifa ettim ve Ocak 2023’te Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’ne araştırma görevlisi olarak atandım. Burada da 1.5 sene çalışıp yüksek lisansımı bitirdikten sonra, Eylül 2024’te, İtalya’nın Milano kentinde bulunan Bocconi Üniversitesi’ndeki Finans Doktorası eğitimime tam burslu olarak başladım ve halen eğitimime devam ediyorum.”

Mi̇ne Özgür Köşe (4) (4)

Her güçlü hikâyenin merkezinde, sessizce güç veren kadınlar vardır. Ailenizdeki güçlü kadın figürler, sizin kadın kimliğinize nasıl şekil verdi?

“Ailemdeki kadın figürlerin hepsi kendi ayakları üzerinde duran, her işini kendi gören kadınlar. Bana da her işimi kendim yapmayı ve kimseye muhtaç olmamayı öğrettiler.

Yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde kadın olmak zor. Bunu bugün İtalya’daki kültürde de gözlemleyebiliyorum. Özellikle doktora yaptığım Finans alanı bariz bir şekilde erkek egemen. Böyle alanlarda bir kadın olarak kendinizi ispatlamanız ve kabul görmeniz için daha çok çalışmanız gerekiyor. Ailemdeki kadınların yaşadıkları zorluklar karşısında yılmadan durmaları ve bana da bunu öğretmeleri, tökezlediğimde sağlam durmama yardımcı oluyor.”

Çocukluğunuza dönseniz… Sizi en çok etkileyen bir manzara, bir insan ya da bir gelenek ne olurdu?

“Beni bu hayatta en çok etkileyen ve şekillendiren insan kuşkusuz anneannem. İnsan küçükken çok az insan tanıdığından etrafındaki insanların özel olup olmadığını saptayabilecek yetkinlikte olmuyormuş. Büyüyüp birçok farklı yerde birçok farklı insan tanıdıkça anneannemin ne kadar özel bir insan olduğunu ve böyle bir insanla gözümü açtığım günden, O’nun gözünü kapattığı güne kadar birlikte olduğum için ne kadar şanslı olduğumu anladım.

Bugün hala anneannemin bana kazandırdığı, benim bile belki unuttuğum değerlerin hayatımın beklenmedik bir anında karşıma çıkışına şaşırırım.

Anneannemle çok anımız var ama en unutamadıklarımdan birini aktarayım. Anneannem sık sık köşe yazıları yazardı. Benim dönemimde ismi SBS olan lise geçiş sınavı ile ilgili, sınavın olduğu gün yayınlanmak üzere bir köşe yazısında bana başarılar dilemek için sınavın açılımını ‘Sınavda Başarılar Selen’ olarak vermişti parantez içinde.

Bir de annemin (Prof. Dr. Fatma Zehra Savi) bir kış günü hasta olduğum için dışarda kar oynamaya çıkamama üzülüp eve leğenle kar taşıdığını hiç unutmam.

Annem çok cesur bir kadındır ve beni de bugüne kadar aklımdaki fikirleri yapmam için hep cesaretlendirmiştir; dene, gör, öğren der. Şimdilerde bazen fikrini sorup görüşünü beğenmediğimde; ‘Ben sana zaten niye bir şey söyleyeyim ki, sen kafana koymuşsan yapacaksın belli ki’ diyor. Haklı, ama inatçı olmayı da bana yine kendisi öğretti.”

Anılarınızdan söz ederken, o anların sıcaklığını hissediyoruz. Çocukluk anılarınızı paylaşmayı sürdürebilir miyiz?

“Okul ile ilgili bir anımla başlayayım. Küçükken çok çalışkan bir öğrenci olarak hatırlamıyorum kendimi. Bir kış tatilinde verilen ödevleri yapmamış, son güne bırakmıştım. Tabi ki son gün hiçbir ödevim yetişmediği için okullar açılmadan önceki pazar akşamı İl Milli Eğitim Müdürü’nü arayıp okulumun yasak olduğu halde kış tatili için bize çok ödev verdiğini söylemiş ve okulumu şikâyet etmiştim. Milli Eğitim Müdürü çok kibar bir şekilde konu ile ilgileneceğini söylemişti ama tabi ki hiçbir dönüş olmadı ve ben pazartesi günü okula gitmeyip tüm ödevlerimi bitirmek zorunda kalmıştım.

Onun dışında babamla (Dr. Özkan Eski) olan çocukluk anılarımı çok seviyorum. Babam çocuk ruhlu biridir; benimle deneyler yapmaya bayılırdı. Deney dediysem illa kimya fizik deneyleri değildi. Bir keresinde salonun ortasına, tavandan sallanan bir salıncak yapmıştı benim için. Başka bir gün evde gazoz yaptığımızı hatırlıyorum.

Bir de sık sık doğa gezisine çıkar, meteor yağmuru, ay tutulması gibi olayları izlerdik. Babam bana kocaman polarlarını giydirir beni bir güzel sarardı. Ben büyüdüm ama babam hala çocuksu tarafını saklıyor ve doğa gezilerine çıkma rutinimiz hala devam ediyor.”

“Bir insanın yürüdüğü yol kendi adımlarına ait olsa da, gölgesini aile büyükleri düşürür” şeklinde bir cümle okuduğumu anımsıyorum. Buradan yola çıkarak ailenizin eğitimci kimliği sizde nasıl bir iz bıraktı?”

“Bana neden akademisyen olmak istediğimi sorduklarında cevabım ‘ailemde başka bir meslek görmedim ki’ oluyor. Gerçekten de öyle, çok büyük bir gurur olarak taşıyorum ailemin 3 kuşaktır akademisyen olmasını. Ailem beni başarılı olmam için motive etti diyemem; bana ilham oldular diyebilirim. Bunu bilinçli bir şekilde mi yaptılar, yoksa doğal mı gelişti bilmiyorum.

Ben hem anneannemi hem büyükbabamı (Dr. Mustafa Eski) emekliliklerinden yıllar sonra hala yazarken, çizerken, okurken, çalışırken gözlemledim. Her ikisi de yokluklara ve zorluklara rağmen, kanaat ederek okumuş, meslek sahibi olmuş insanlar. O yüzden bana da eğitimin bir sonunun olmadığını aşılamışlar. Bu yolda bana her şeyi her zaman sunmak için çabaladılar, hala da çabalıyorlar. Konu eğitimimse akan suları durduruyorlar.

Yine söyleyeyim çok şanslı bir çocuk olduğumu... Sonsuz destekleri olmadan hayallerimin peşinden bu kadar rahat koşamazdım. “

Eğitim sizin için ne ifade ediyor: bir meslek mi, bir sorumluluk mu, bir yaşam biçimi mi?

“Kesinlikle bir yaşam biçimi. Eğitim dediğimizde yalnızca mesleğimize dair teknik bilgileri düşünmemeliyiz; genel kültür, iyi ve vicdanlı bir insan, topluma faydalı bir birey olmak, bunların hepsi eğitim ve birçoğunu okuldan ziyade ailemizden öğreniyoruz. Bu yüzden eğitim okulla sınırlı değil; aslında hayatımızı nasıl yaşadığımızı ve nasıl yaşamak istediğimizi de tanımlıyor.

Tabi ki teknik eğitimi de yadsıyamayız. Şu an durduğum yerden cevaplayacak olursam, akademi öyle bir sektör ki hayatınız boyunca öğrenciliğiniz devam ediyor. Bir araştırma üzerinde çalışırken saatlerce okuyorsunuz, okudukça bilmediğiniz bir şey çıkıyor ve öğrenme süreciniz hiç bitmiyor. Sorularınıza cevap bulana kadar uyumadan önce son düşündüğünüz ve uyandığınızda yine ilk düşündüğünüz kafanızdaki sorularınız oluyor. Öyle bir hal alıyor ki artık hafta sonlarına kimse tarafından rahatsız edilmeden kapanıp çalışabileceğim 2 aralıksız gün diye bakar oluyorsunuz; haftanın hangi gününde olduğunuzun takibini kaçırıyorsunuz.

Tüm bunları sevmeden ve topluma faydalı olma motivasyonu taşımadan yapmak çok zor; bu yüzden eğitim bir sorumluluk da bana göre fakat asla bir meslek değil.”

Anadolu’da büyümek neler kattı? O toprakların size kazandırdığı hangi değerleri bugün hâlâ taşıyorsunuz?

“Anadolu’da büyümek eminim birçok şey katmıştır ama en belirgin ikisi sanırım hürmet göstermek ve kanaat etmek. Anadolu insanı büyüğüne çok saygılıdır; el öper, sözlerini dikkatle seçer bir büyüğüyle konuşurken. Ben de bugün hala hangi milletten hangi insanla iletişim kurarsam kurayım saygıda asla kusur etmemeye büyük bir özen gösteriyorum.

Ayrıca Anadolu insanı olanla yetinmeyi çok iyi bilir. Çünkü bizim topraklarımızda elde edilen her şey için üstün bir mücadele verilmiştir, hiçbir şey bize bahşedilmemiştir. Ama bugün Avrupa’daki insanlarda görüyorum ki birçok şeyi onlar zaten ‘temel hak’, ‘olması gereken’ olarak elde etmişler ve bu anlayışları devam etmekte. Onlarınki mi daha iyi yoksa bizim tarih boyunca her şeyi savaşarak elde etmiş olmamız mı bilemiyorum ama kanaat edebilmek çok güzel bir davranış.

Son zamanlarda ne yazık ki bence ülkemizde bu değerden biraz uzaklaştık, hep daha fazlasını istemeye yatkın bir toplumsal eğilim var. Umarım bu değişir ve öz değerlerimize dönebiliriz.”

Geçmişin izlerinin, bugünün hedeflerini şekillendirdiğini görüyoruz. Şimdi ise yolculuğunuz başka bir ülkede devam ediyor. Anadolu’dan gelen bir genç olarak Avrupa’daki akademik ortamda kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?

“Anadolu bana, kanaat eden, çalışan ve birbiriyle paylaşan bir toplumu çağrıştırıyor. Avrupa’da ise bilime çok daha fazla değer veriliyor, insanlar yaptıkları işle öne çıkıyor ve bununla takdir görüyor. Avrupa’da aldığım eğitimi maksimum verimle tamamlayıp Anadolu’da gördüğüm değerler ile harmanlayarak topluma ve ülkesine faydalı olmayı hayal eden bir genç olarak görüyorum kendimi.

Buraya geldiğimde daha iyi anladım ki hem ODTÜ’de hem de Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekten dünya standartlarında eğitim almışım. Doktora tempo olarak çok zorlayıcı fakat özellikle lisans eğitimimde dönem içinde tamamlamamız gereken ödevlerin ve vermemiz gereken sınavların yoğun takvimi bize zamanı doğru kullanmayı ve öz disiplini çok güzel öğretmiş.

Burada doktora eğitimimiz daha çok sunum ağırlıklı, hocalarımız bizi sık sık daha iyi sunum yapmamız için eğitmeye çalışıyor. Sınıfımın en iyi sunum yapanlarından biri olduğumu söyleyebilirim. Sanırım burada en büyük avantajım İngilizce iletişim kurma konusunda kendimi rahat hissetmem. İngilizcemi de yine ODTÜ’de aldığım eğitime borçluyum.

Yani genel olarak söyleyebilirim ki hiçbir zaman Anadolu’dan gelmiş olmanın bir handikabını yaşamadım. Aksine bence Anadolu’da büyümüş olmanın öğrettiği, daha önceki sorunuzda da bahsettiğim hürmet gösterme ve kanaat etme kavramları, burada hocalarımdan takdir görmeme vesile oldu.”

İtalya’da yaşamak size kültürel olarak neler öğretti?

“İtalya her açıdan çok zengin bir ülke. Hem geçmişe bakmak hem de günümüz tarihini anlamak için tam orta nokta. Hıristiyanlığın merkezi konumunda, Rönesans’ın başladığı yer ve günümüzde Avrupa’nın göbeği diyebiliriz. Elimden geldiğince gezerek ve yaşayarak öğrenmeye çalışıyorum tarihini. Mesela geçtiğimiz hafta Floransa’daydım, resmen bir zaman tüneli. Hem Orta Çağ hem Yeni Çağ dönemini yaşıyorsunuz.

Leonardo da Vinci’nin, Michelangelo’nun, Dante’nin yürüdüğü sokaklarda yürüyorsunuz. İtalya, tarihi yaşamak için çok güzel bir ülke.

Bence bir ülkenin kültürünü öğrenmek için en güzel yönlerden biri de yemeklerin izini sürmek. Çok şanslıyım ki son derece tatlı İtalyan arkadaşlarım var. Sık sık birlikte yemek yapıyoruz ve vakit buldukça seyahat ediyoruz. Yerli insanlarla bir arada olunca İtalyan mutfağının pizza ve makarnanın ötesinde olduğunu anlıyorsunuz. Şimdiden az bilinen birkaç İtalyan tarifi öğrenip geçtiğimiz yaz aileme yaptım. Hedefim mezun olana kadar menüyü genişletmek.”

Anadolu’daki köklerinden uzaklaşmadan, Dünya’nın ışığını içine katmış bir genç olan konuğum Selen Eski’ye;

“Hayatta sizi en çok motive eden kişi kim?” diye soruyorum, yanıtlıyor:

“Sanırım şu aralar büyükbabam Mustafa Eski. Büyükbabam eğitim hayatımın/ mesleğimin parçası olan aktivitelerime ve başarılarıma en çok heyecanlanan kişilerin başında geliyor. Bir sunumum olduğunda, bir hocamla toplantım olduğunda veya sınavlarımdan önce bana her zaman ne yediğimi sorar, hocalarımın halini hatırını soracağımdan emin olmasına rağmen nezaket kurallarını tekrar tekrar hatırlatır.

En ufak bir başarımı bile heyecanla çevresiyle paylaşır ve eğer fotoğraflanabilecek bir başarıysa mutlaka bir fotoğrafla ölümsüzleştirir. O’nun mutluluğunu ve heyecanını görmek, beni yeni şeyler başarmak için inanılmaz motive ediyor.

Bir de kardeşim Yaman’ın bazen beni örnek aldığını söylediği cümleleri beni çok duygulandırıyor, ona iyi bir rol model olmak için hep bir adım daha iyiye gitmeye çalışıyorum.”

Bilimsel yolculuğunuzun ötesinde, topluma nasıl bir iz bırakmayı, ülkenin gelişimine hangi yönde dokunmayı amaçlıyorsunuz?

“Özgeçmişimde de söylediğim gibi Finans Doktorası yapıyorum. Türkiye gelişmekte olan bir ülke; dolayısıyla ekonomimiz birçok farklı faktöre karşı çok kırılgan. Akademik yetkinliğimi gelişmekte olan ülkeler özelinde derinleştirmek ve yaptığım akademik çalışmaların ülkemizde politika olarak uygulanabilir olmasını hedefliyorum. Böylece yaptığım akademik çalışmalar yazılı bir ürün olmanın ötesinde topluma fayda sağlayan somut ürünlere dönüşebilsin.

Bunun yanında sınıfa girdiğimde, ders anlattığımda, bir konuşma yaptığımda öğrencilerine ilham veren; gençlerin hayatına dokunan bir hoca olmayı çok istiyorum. Bugüne kadar bana rol model olan çok hocam oldu, umarım bir gün ben de başkalarının rol modeli olabilirim.”

Hayatınızın bu dönemini özetleyen, ruhunu yansıtan ifade ne olabilir?

“Kendimi birçok açıdan gerçekten çok mutlu hissettiğim bir dönemdeyim. Çok ağır bir eğitimden geçiyoruz fakat biliyorum ki bu beni mesleki anlamda çok donanımlı kılacak ve bu fırsat bana sunulduğu için son derece müteşekkirim. Birçok farklı milletten insanla 1 yıl gibi kısa bir sürede arkadaştan öte aile olduk; birimiz hastalandığında hastaneye birlikte gittik, birbirimizin milli bayramlarını beraber kutladık. Yani yalnızca akademik bilgiyle donandığım değil, aynı zamanda insan ilişkileri açısından da dolu dolu geçen bir dönem.

O yüzden bu döneme; büyüdüğüm ve zenginleştiğim dönem derdim. “

Birikimi ve duyarlılığıyla yol alan bir genç olarak; hayallerinin çağrısına kulak vermek isteyenlere neler önerirsiniz?

“İki şey önerebilirim. İlki sanırım çalışmak, çok çalışmak ve daha çok çalışmak. Bıkmadan usanmadan çalışmak için peşinden koştuğumuz şeyi gerçekten çok sevmemiz gerekli, yoksa çalışmak yalnızca bir iş olur. Bu yüzden hayalimizin/idealimizin gerçekten sevdiğimiz için idealimiz olduğundan emin olmak çok önemli. Sonrası kendiliğinden gelecektir.

İkincisine çok daha fazla değer veriyorum çünkü bu olmadan ilkinin de bir anlamı yok: insan olmak. Ne kadar başarılı olursak olalım, iletişim kurarken takındığımız tavrın, yaptığımız işi insanlara ulaştırma şeklimizin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kendimizi teknik anlamda donatırken insani yönümüze de yatırım yapmayı unutmamalıyız.”

Ailesi gibi Selen Eski de, sadece kendi geleceğini kurmuyor; yarın bir gün bir sınıfın karşısına geçtiğinde, başka gençlerin kaderine de bir dokunuşla yön verecek. Çünkü her iyi öğretmen, kendi yolculuğundan bir parça bırakır öğrencisinin avuçlarına…

Ve görünen o ki; bilime, eğitime olduğu gibi kültüre, geleneklere gönülden bağlı ve “önce insan olmak” diyen Selen Eski’nin ayak seslerini, uzun yıllar duyacağız.

Mi̇ne Özgür Köşe (6) (2)Mi̇ne Özgür Köşe (5) (2)