Duvar yazıları yerel bir tarih kitabıdır.
İnciğez camisi İstanbul’un fethinden önce yapılmış, İsmail Beyin yadigârı
Sıcak mı sıcak bir temmuz ayında ve Kastamonu Devrekâni yolundayız. Hasat harman mevsimi malum, tarlalarda balya makineleri biçerler çalışıyor.

Kırsal kesimin en fazla çalıştığı günlerdeyiz.
Şenlik yol ayrımını Hacıhasan, Oruç, Bıngıldayık levhasını geçip Çatak rampasını çıkmadan önceki düzlükten, eski jandarma karakolunun yanından İnciğez’e dönüyoruz.
Köy yolunda yoğun bir trafik var. Özel İdare ekipleri, yükleyici, kamyonlar, asfalt distribütörleri ve silindirler bu sıcak altında fedakârca çalışıyorlar.
Köy yollarına sathi kaplama yapan ekiplerle selamlaşıyoruz.
Ekipbaşı Mehmet Salih Dönmez ve Muhtar Nihat Demirtaş’la bir soluk mola da konuşuyoruz.
Muhtar Nihat,
- şefim gelip bizim konağı görmelisin, tam sana göre bir yer. Diyor.
-Sizin konağı biliyorum, duydum ama içini görmedim, nasip bu güneymiş, haydi gidelim diyorum.
Muhtarın broadway aracıyla nostaljik bir yolculuğa çıkıyoruz, Muhtar bizi Konağa gitmeden evvel köyün diğer mahallesinde bulunan tarihi camiyi görmelisiniz diyerek kuzgeçeye götürüyor.
…
Candaroğlu İsmail beyimizin yadigârı cami ve Hüsniye nenem…
Köyümüz İnciğez İnebolu yolu kenarında düzlükte güzel verimli arazileri olan bir yerleşime sahip.
Devrekani ilçemize 16 km uzakta olan İnciğez köyü, Ahalar, ve kuzgeçe mahallesinden oluşur. Köyümüz bir Türkmen yerleşimidir.
İnciğez camii girişindeki kitabeye göre , “Bu mübarek mescit (859 H. )yılı Recep ayının evvelinde yapıldı.” Yazıyor buna göre (859H. 1454 m.) Candaroğulları Beyliğinden İsmail beyin hükümdarlığı zamanında yapılmıştır. Bu tarih İstanbul'un fethinden daha eskidir. Kısaca son beyimizin zamanından bize kalan yadigârdır.
Tarihi köyün camisinin yanında açık bir türbe yer almaktadır. Türbe’ de boyu 3-4 metreyi bulan, başında üst üste 3 yuvarlak taş bulunan bir mezar bulunmaktadır. Yöre halkı bu mezarın köyü ilk fetheden Gazi Türkmenin mezarı olduğu ve değerli bir Allah dostu olduğu şeklinde inanmaktadır. Türbenin bir diğer adı Uzun Evliya'dır.
Köyümüzün tarihi çok eskilere dayanıyor. Burası Roma, Bizans ya da daha eski dönemlerde bile yerleşim yeri olarak gözde bir yermiş. Verimli düz arazi, içindeki su kaynağı ve doğal kale kapısıyla her uygarlık için uygun bir yer olmuş. Bunu da köyün girişindeki kaya mezarlarından anlayabiliyoruz.

Kuzgeçe de caminin fotoğraflarını çekerken çeşme başında bir Hüsniye Civriz nenem bana bakıyor.
- Nediyon oğlum ne yapıyon burada?
-Nedeyim nenem fotoğraf çekiyom, müsaaden var mıdır?
Oğlu Mehmet Civriz lafa giriyor,
- Benim hayvanları çektin harmanda nasıl güzel mi?
-Çok güzel maşallah hele şöyle bir araya gelin de bir hatıramız olsun.
Hüsniye nenem biraz isteksizce de olsa yanaşıyor ve güzel bir fotoğraf çıkıyor.
Dönüşte muhtarım bana kısaca Hüsniye nenemi anlatıyor. Yaşı doksanın üzerinde, kocası da 110 yaşında vefat etti. Çok çalışkan biridir Hüsniye nenem, sırtında odun, gıcı, kuşburnu taşımış çocuklarını büyütmüştür. Sofralarına dışardan bir şey girmemiştir, sabah tarhana çorbasına köy ekmeğini doğrar çalışmaya başlarlar. Böyle geçmiştir ömrü.
…
Konak değil bir ahşap şaheseri, bir tarih kitabı…
Ahalar,(ağalar) mahallesine geliyoruz.
Muhtar bize konağın eski bir kadılık binası olduğunu anlatıldığını söylüyor. Ama yazılı kaynaklara ulaşamadım. Konak iki katlı ve durumu oldukça harap görünüyor, bazı bölümleri ise yıkılmak çökmek üzere. Biz de korka korka merdivenleri çıkıyoruz. Konağın ikinci katında birkaç oda var. Özellikle pencerelerdeki ahşap korkuluklar hala yerinde ve sapasağlam. Yüzyıllık çamlarla yapılan duvarlar bunca badireye rağmen ayaktalar.
Konağın başodasına girmeden kündekari tekniğinin kullanıldığı kapısı dikkatimi çekiyor. Ne kadar yıpranmış olsa da kalan kısmı bile bir harika.
İçeri adımımı atınca bizi karanlık bir oda karşılıyor. Yavaş yavaş gözümüz karanlığa alışınca nereye bakacağımı şaşırıyorum. Burası konağın en güzel yeri, yani başodası, tavan süslemesi, ocağı ve duvarları bunu gösteriyor.
Duvarın güney kısmına bir mihrap işlevi gören desen var. Cami resmi ve yukarıdan aşağı sarkan bir kandil çizilmiş. Üstünde bir yazı var ve çok anlamlı.

Hoş geldin ey misafir,
Hiç kusuru nazar itme (Kusur arayarak bakma)…
Ortada kocaman ahşap bir yer sinisi var. Tek parça ağaçtan yapılan bu yer sofrasının kıymeti bilinmediğinden burada bırakılmış.
Ocak var karşıda. Hem ısınmak hem de yemek pişirmek için kullanılmış, ama onun taşları bile desenli.
Duvarlara yine kündekari tekniği ile dolaplar yüklükler yapılmış her biri birbirinden güzel.
Duvar yazıları…
Burası uzun zaman köy konağı olarak kullanılmış. Duvarlara çeşitli ilanlar yapıştırılmış. Buraya gelen misafirler belki de giderken hatıra olsun diye bir şeyler karalamışlar.
Çoğu yıpranmış ama hala çok iyi durumda olanlar var. Bir kaçını Diyanette görevli Hakkı Aksoy hocama yolladım. Çok hoş şeyler çıktı.
İlk dikkatimi çeken bir ilan oldu, üstünde eski yazıyla rakamlar var. Uzun bir liste, hocam bunun
“Sene 1346 (1930) Ramazanı şerife mahsus imsakiye.” Olduğunu söyledi.
Harf devriminin 1 Kasım 1928 de olduğunu düşünürsek henüz her yere ulaşılamamış diyebiliriz.
Duvardaki ikinci afiş ise daha da ilginç,
"Düğünlerde yapılan ısrafatın men'i hakkındaki kanun üzerine"
9 kanunisani 1340 (1924) tarihinde vuku bulan celsede kabul olunmuş ve 15 maddelik bir genelge.
Ve bir han duvarları şiirindeki Maraşlı Şeyhoğlu misali yerel bir şair hattat duvara bir beyit yazmış.
“Çok diyarlar gezdim hâne bu hâne,
Bu haneye olmaz asla bahane.”
Bu köy konağı çok uzun yıllar köye gelenlere ev sahipliği yapmış. En son misafirlerinden biri de Kalaycı ustaları da olmuş.
1957 yılı ekim ayının 17si Devrekâni İnciğez köyünde Ahalar mahallesinde bulunan köy konağına İnebolu “Erkistoz” köyünden kalaycı ustaları Mahir, Raşit ve Mehmet gelmişler. Köyde birkaç gün kalıp bakır kapları kalayladıktan sonra yollarına devam etmişler.
Köy konağında kaç gün kalmışlardır, nereden gelip nereye gitmişlerdir bilinmez. Ama bildiğimiz gerçek şu;
“İnebolu Erkızdoz köyünden geldim, kabları kalayladım. 10.17.1957 Mahir, Mehmet, Raşit Ustalar” diye duvara yazılarını yazıp günümüze kadar bir selam yollamışlar,
Devrekani Bozkurt/Çatalzeytin yolunda Çatak köyü yokuşuna sarmadan hemen düzlükte bir köyümüz var.
İnciğez köyüne dönerseniz Aha’lar mahallesinde köy konağını görmeden geçmeyin derim.
Yüzlerce yıldır bu yoldan gelip geçenlere ev sahipliği yapmış. Burada kalanlar, giderken kimi imzasını, kimi, bir satırlık şiiri, kimi de sadece anılarını bırakmış.
Bu ağaçlar, bu odalar, bu sönmüş ocak, geçmişin sessiz tanığıdır.
Dokunduğunuz her şey bizim yerel tarihimizin bir parçası, taa İsmail beyimizden bize yadigâr kalmıştır.
Tıpkı
Faruk Nafiz Çamlıbel’in o ünlü “ Han Duvarları”şiirinde anlattığı gibi;
…
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazıIarIa hatIar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
…
Ey garip çizgiIerIe doIu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!
25 Temmuz 2025-Kastamonu Devrekani
Cebrail Keleş/Balıkçı Şef

