Türkiye ekonomisinin önemli sorunlarından biri firmaların çalışan bulma sorunudur. Kalifiye eleman bulamadıkları için bazı firmaların piyasadan çıktıkları bile görülüyor. Bu nedenle işgücü piyasası hakkında yazacağız.
İşgücü piyasasında da aynen mal piyasası gibi arz ve talep vardır. İşgücünü talebini firma yaparken işgücü arzını da çalışanlar yapar. Piyasada firma ve çalışan (yani işgücü talebi ile arzı) bir araya gelirler, anlaşırlarsa kişi firmada çalışmaya başlar. Biz iktisat derslerinde iki tarafın ücret üzerinde anlaşmaya çalıştıklarını varsayıp ona göre dersleri anlatırız. Ama güncel hayatta çalışanların artık sadece ücrete bakmadıklarını görüyoruz.
Hem firma sahipleri hem gençlerle bir araya gelip konuşuyorum. Biz üniversitede odamıza takılı kalıp ezbere konuşan halktan kopuk bir akademisyen değiliz. Hem firma sahipleri hem de gençlerin birbirlerinden şikayeti var. Firma sahipleri, gençlerin iş beğenmediklerini, işsizlik olmadığını ama gençlerin iş beğenmediğini söyleyerek şikayet ediyor. Gençler ise firma sahiplerinin çalışanlara çok kötü koşullarda çalışma imkanı sunduklarını bu nedenle çalışmak istemediklerini söylüyorlar. Firma sahipleri, Türk gençlerinin işe başvurmadığı için mecburen yabancı kökenli (Suriyeli, Afgan, Azerbaycan Türkü vb) çalışanlara iş verdiklerini söylüyorlar. Firma sahiplerine göre yabancılar ülkeyi terk ederse Türk ekonomisinin ağır yara alacak. Gençler ise çalışma koşullarının kölelik gibi olduğunu söylüyorlar.
Yazının başında söylediğimiz gibi işgücü arzı ile işgücü talebi bir araya gelmeli yani firma sahibi ile çalışan anlaşmalıdır. Ancak günümüzde iki tarafın anlaşmasında bazı sıkıntılar var. Anlaşma olması için iki tarafın da adım atması şart.
Şunu söylemek önemli. Firma sahipleri devrin değiştiğini anlamıyor. Refah seviyesi arttıkça, ülke kalkındıkça bazı şeyler değişir. Ülke fazla kalkınmamışken ücret tek kriterdir. Kişiler bir işyerinde çalışıp çalışmadıklarına karar verirken sadece ücrete bakarlar. Ama ülke kalkındığında artık hayatın her aşamasında kalite ve nitelik düşünülmeye başlar. Türkiye artık eski Türkiye değil. Gençlerin çoğu artık üniversite mezunu. Dolayısıyla bir işyerinde çalışıp çalışmayacağına karar verirken çalışma koşullarına da bakıyorlar. Ben bunu firma sahiplerine anlattığımda yabancıların neden çalıştığını soruyorlar. Yabancılar içinde bulundukları durumun mecburiyetinden çalışıyorlar. Onlar da daha iyi bir iş bulduğunda hemen iş değiştiriyorlar. Bizim Kuzeykent bölgesindeki kafelerde genellikle Azerbaycan Türkü üniversite öğrencileri çalışır. Ama bunların çoğunluğu yazın yoktur. Neden? Ülkelerine falan döndüğünü düşünmeyin. Ege ve Akdeniz gibi turistik bölgelere giderler. Çünkü ücretler ve çalışma koşulları biraz daha iyidir. Kastamonu’da asgari ücretten düşük kazanırlar. Antalya, Muğla gibi yerlerde ise asgari ücret, yemek, yatacak yer ve bahşişler düşünüldüğünde kazanç farkı bayağı büyür. Çalışma koşullarının önemini şu örnekle anlatayım. BİM, A101, Şok, Tarım Kredi gibi marketlerin çalışan bulmakta zorlandığını görmedim. Oysa işin büyük kısmı koli kutularını taşımak ve kutu içindekileri markette uygun yerlere yerleştirmek. Organize Sanayi Bölgesinde aşağı yukarı çok benzeyen işler var. Ama gençler üç harfli marketlerde çalışmak için başvururken Organize Sanayi Bölgesinde firmalar eleman bulmakta zorlanıyorlar. Maaşlarda da çok aşırı bir fark yok. Hatta bazen sanayide ücretler biraz daha yüksek olabiliyor. O zaman neden böyle bir tablo ortaya çıkıyor? Çünkü gençler artık sadece ücrete bakmıyor. Çalışma koşullarına da bakıyor. Üç harfli marketlerde koli taşınırken kullanılan araçlar var, koliler fazla büyük değil. Ortam temiz. Çalışma saatleri belli. Devlet bir işe eleman ararken kuyruklarla karşılaşıyor, ama özel sektör eleman bulmakta zorlanıyor. İşletme yönetimi çalışan araştırmacılar genelde örgütsel bağlılık kavramından bahseder. Firmalar çalışanların kendilerini işyerinin bir parçası olduğunu, örgüte bağlılık hissetmesini ister.
İşgücü verimliliği dediğimiz bir şey var. Firma sahipleri bu kavramı genelde bilmiyor veya göz ardı ediyor. Eğer siz çalışma koşullarını çok kötü yaparsanız, çalışanın etinden sütünden faydalanayım diye düşünüp zulüm ederseniz verimlilik düşüyor. Yani siz çalışma saatlerini artırır, gerekli alet araçları almaz, işyeri güvenliği ve koşullarını maliyet gibi bahanelerle iyileştirmezseniz çalışanın verimliliği düşer. Örneğin; kötü çalışma koşullarında kişi bir saatte 10 mal üretiyorsa, çalışma koşulları biraz iyileştirildiğinde 15 mal üretmeye başlar. Firma sahibi işyeri ortamını iyileştirmek için para harcamayı maliyet diye düşünüp gerçekleştirmezse çalışanların işgücü verimliliği düşük olur. Yani aslında firmanın zararına olur.
Gelelim şimdi işgücü arzı yani çalışan kısmına. Anlatmak için ABD örneğini verelim. ABD’de de üniversite eğitimi ülkemizdeki gibi yaygındır. ABD’de 5000’den fazla üniversite vardır. Üniversite eğitimi ülkemizdeki gibi bedava değildir. Öğrenciler bu ücretler için borçlanırlar ve mezun olduktan sonra bu borçları uzun süre boyunca öderler. Aileden fazla bir maddi destek görmezler. Bu nedenle de üniversite eğitimi sırasında çeşitli işyerlerinde çalışırlar. Garsonluk, bulaşık yıkama, otomobil yıkama, market elemanı gibi işlerde çalışırlar. Türkiye’de de babalar bir zamanlar gençleri yazın sanayiye veya bir esnafın yanına çırak diye verirlerdi. Artık bu kalktı veya çok azaldı. Gençler okurken çalışmadıkları için de mezun olduklarında gerçek yaşam koşullarını bilmiyorlar. Standartlarını yüksek belirliyorlar. ABD’deki gençler üniversite okurken çalıştıkları için mezun olduklarında iş yaşamına kolay uyum sağlarlar. Türkiye’de ise gençler 23-24 yaşında üniversiteden mezun olduklarında sudan çıkmış balığa dönerler. YÖK ve üniversiteler bu sıkıntıyı gördüğü için üniversitelerde 7+1 sistemi yaygınlaşıyor. Yani öğrenciler 7 dönem çalıştıktan sonra bir dönem staj yapıyor.
İşin bir yönü de biz çocuklarımızı yanlış yönlendiriyoruz. Çocuk üniversiteden mezun olduktan sonra ona destek vermeye devam ediyoruz. “Ben zamanında neler çektim, benim oğlum/kızım çekmesin” diye düşünüyoruz. Çocuk üniversiteden mezun oluyor ve yüksek standartlarda (hem yüksek ücret hem çok iyi çalışma koşulları) iş bulamayınca ona ses çıkarmıyoruz. Sonra otuzlu yaşlara kadar evde oturan istihdama katılmayan, babasının parasını yiyen bir nesil ortaya çıkıyor. Çalışma ekonomisinde bu kesime “Ne eğitimde Ne istihdamda (NEET)” deniyor. “Kazık kadar oldun bir baltaya sap olamadın, bir işyerine giremedin” diye oğluna/kızına kızan babalar var ya! Bence doğru yapıyorlar. Gençleri biraz zorlayacaksın ki bir işe girip çalışsınlar. “Yok falanca işyerinde günde 9 saat çalıştırıyorlar, filanca işyerinde şu eksik var” diye düşününce de olmuyor.
Neyse yazımızın özetine gelelim. İşgücü piyasasında firmalar çalışan bulamıyor. Gençler de çalışmayıp evde oturuyor. Bu sorunun çözümü için iki tarafın da birbirlerine doğru adım atması gerekli. Firma sahipleri işyeri koşullarını iyileştirmeli, çalışanlarına iyi davranmalı. Gençler de evde oturup hiç tecrübe sahibi olmadan iyi bir işe girmenin mümkün olmadığının farkına varmalı. Merdivenleri yavaş yavaş çıkılabileceğini bilmeliler.