'İnsan'ı içinden çıkarırsak, korumaya çalıştığımız ya da sahip olmak istediğimiz her şey anlamsız kalır. Hepsi birer ders niteliğinde olan, öğütlerle dolu insan hikayeleri gösteriyor ki, hayat, çoğu zaman bizlere roller yüklüyor.

Bu günkü konuğum Ahmet Rugancı, torunlarını teşvik için onlarla aynı yıl girdiği üniversite sınavını kazanan, 60 yaşında başladığı Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümü’nden 64 yaşında mezun olup, diplomasını alan çalışkan bir müteşebbis.

Mi̇ne Özgür Köşe (1) (2)

Bir yerlere giderken büyük bavullar hazırlayan, mümkün olan en fazla şeyi yanlarına alan, hayatlarını da beraberlerinde götürmeye çalışanlar git gide azalıyor. Minimum gereksinimlerini alıp, yeni ülkelere, farklı kültürlere doğru yola çıkan gezginleri otellerimiz konuk ediyor. Turizmle dünya kültürleri kaynaşırken, otellerden de hizmet beklentisi artıyor.

Ahmet Rugancı, baba mesleği sebze meyve toptancılığına 24 yıl önce otel işletmeciliğini de eklemiş. 53 yıldır aktif çalışma yaşamında yer alan Rugancı, Kastamonu’nun ilk yıldızlı otelini açmış olmanın gururunu taşırken, otelle bizzat ilgileniyor.

Ahmet Rugancı; “01 / 03 / 1945 tarihinde Kastamonu’da doğdum. Şimdiki Şehir Kütüphanesi’nin bulunduğu yerdeki İsfendiyarbey ilkokulunda eğitime başladım” diye giriş yaptıktan sonra yaşam hikayesini anlatıyor:

“2. Sınıftan itibaren Demirciler mahallesinden Kale’ye taşındık. Orada ev alınca ben de Abdülhakhamit İlkokulu’nda eğitimime devam edip, oradan mezun oldum. Bizim ilkokuldaki eğitimimizde rahmetli Şevket Kürkçüğlu’nun büyük payı vardır.

Okulu bitirince Erkek Sanat Enstitüsü’ne müracaat etim. O zamanlar sanat okulu çok önemliydi. Erkek Sanat deyince, Kastamonuluların gözünde üniversite gibiydi. İlkokuldan sonra gidenler genel sınıf, ortaokulundan sonra gidenler ise özel sınıf adı verilen sınıflarda eğitim görürlerdi.

Sanat okuluna, o yıla kadar sınavsız giriliyordu. Benim ilkokulu bitirdiğim yıl, sanat okuluna sınav ile öğrenci almaya başladılar. 19. Sırada kazandım. Bizim zamanımızda 5 yıldı, sonra İngilizce filan eklediler, 6 yıla çıktı. Hiç kalmadan okudum, 1961-62 döneminde mezun olunca iş hayatına atıldım.”

Sebze meyve toptancılığı yapan babasıyla birlikte çalışmaya başlayan Ahmet Rugancı  sebzeler ve pırıl pırıl meyveler dolu pazar yerlerinden söz ederek, anlatmayı sürdürüyor:

“O yıllarda elma, sarımsak ve urgan ticareti yapılırdı. Kastamonu’da Amasya elması, Hüryemez ve İngiliz elması yetiştirilirdi.  Hüryemez denilen ekşi elmayı, şeker hastalığına iyi geliyor diye büyük şehirler tercih ederdi. Merkezden ve köylerden toplanırdı. Kendi depomuzda ve kiraladıklarımızda depolardık. Kalibre yapılır, boylarına göre sandıklara dizilirdi. Bu işte genellikle Ermeni kadınlar çalışır, Ermeni erkekler de inşaatlarda duvar yapardı.

Babam meyve, ben sebze işiyle uğraşıyordum. İşi geliştirdik.  Haftada 2 gün Ankara’ya gider sebze alır, buranın pazarının olduğu Çarşamba ve Cumartesi sabahları  pazarcılara satardık. Gece yoldan gelir, sabah namazından önce saat 4 de dükkanı açardım.”

“Çalışma yaşamında karşılaştığınız güçlükler nelerdi?” diye soruyorum. Ahmet Rugancı anlatıyor:

“Sebze meyve alırken de satarken de dikkat etmek gerekir. Hilesi, kazası, belası vardır. O gün gelen malı o gün satacaksınız. Sabah brandayı açınca gelen müşteriye bakacaksın. Talep çoksa istediğin fiyattan, istek yoksa fiyatı biraz düşürerek satmak gerekir. Ya da domatese talep çok, salatalığa istek yoksa, domates alana salatalık da satarsın. Müşterinin isteğini ve piyasayı hissedeceksin. Sabah satış imkanını kaçırırsan müşteri gider, başkasından alır. Arz talep dengesini ayarlamak çok önemlidir. Bu işin böyle güçlükleri vardır.

Bir de gelince önce basküle çıkar tartılır adam, sonra başkalarına da gider tartılır. Eğer fazla tartıyorsa oradan alış veriş yapmaz. İş oradan başlar. Bizimki en muteber kantardı. Dürüst olmak, mesleğin ciddiyetini kavramak lazım.”

İş yaşamına sebze meyve toptancısı olarak başlayan Ahmet Rugancı, otel patronluğuna giden süreci ise şöyle anlatıyor:

“Bilahare bu arsayı aldık. 1982 yılıydı. Bugün otelimizin olduğu arsada eski bir ev vardı, onu yıktık. 1985 yılında otel inşaatına başladık. Bir taraftan toptancılık da devam ediyordu.14 Eylül 1991 de oteli açtık. İlk yıldızlı otel bizim otelimizdi. Kastamonu’da İdrisoğlu Otel ve Selvi Otel vardı. Bir de bugün Karamukların kuyumcu dükkanın olduğu yerde Ilgaz Otel vardı.

Ben otelle ilgilenmeye başladım. Oğullarım Adnan ve Mehmet toptancılığa devam ediyorlardı. Arabalarımız kamyonlarımız vardı, nakliye işini yapıyorlardı. İthal kömür gelmeye başlayınca apartmanlara, iş yerlerine satmaya başladık. Doğal gaz gelinceye kadar ithal kömür satışımız da sürdü.

2006 yılında Mondi Mobilya bayiliğini aldık. Bazı problemler dolayısıyla bıraktık.

Mi̇ne Özgür Köşe (2) (2)

Sosyal ve siyasi yaşamımdan söz edecek olursak;1980 öncesi Adalet Partisi il yönetimindeydim. 12 Eylülde bize de yasaklama geldi. Sonra referandumla siyasi yasaklarımız kalktı. 1991 yılında Doğru Yol Partisi il başkanı oldum.

Süleyman Demirel, Rahmetli Özal’ın vefatıyla köşke çıkınca, Tansu Çiller başbakan oldu. 1994’te il genel meclisi üyesi oldum. 1995’te milletvekili adaylığı için il başkanlığından istifa ettim. Sonra 2008’e kadar siyasetle ilgim olmadı.

Demokrat Parti Genel Başkanı Süleyman Soylu, beni il başkanı olarak atayacaktı. Ben atama istemedim, seçilirsem gelirim dedim. Aday oldum. Demokrat Parti il başkanı seçildim.

2013 yılında başkanlığı bırakıp, ilgimi alakamı kestim. Hiçbir siyasi partiyle ilgim yok.

Hacca gittim, hacıyım. Kırım, Kırgızistan ve Kazakistan’a iş gezisi için gittim. Özellikle Kırım’daki Panaroma Savaş Müzesi beni çok etkiledi. Yuvarlak bir binayı 360 derecelik bir büyük sahne şeklinde, çepeçevre dönerek geziyorsunuz. Gerçek boyutlardaki canlandırma ve fotoğraflarla Kırım Savaşı’nı yaşatıyorlar.”

Ahmet Rugancı’ya “Kastamonu’nun turizmde etkin olabilmesi için daha fazla konaklama tesisine ihtiyacı olduğu düşünülüyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?” diye soruyorum, yanıtlıyor:

“Hayır efendim, şu anda otel enflasyonu var. Yalnızca yemin töreninde kalabalık oluyor.  Onun dışında yok. 44 odamız var, 5-6 oda doluyor. Burada benim ve torunumun dışında 10 çalışan var. Nasıl karşılanacak. Resmi dairelerin misafirhanelerinde herkes kalabiliyor. Bu da otelleri olumsuz etkiliyor.

Tur şirketleriyle de anlaşmak zor. Ciddi müessese birkaç tane var. Gelip, kalıp ödemeyenler oluyor. Kaç yıldır ödenmeyen, kalan paralar var.”

İstihdam yaratmaktan, başka illerden gelenleri konuk etmekten büyük mutluluk duyduğunu söyleyen Rugancı’ya işi için neleri feda ettiğini soruyorum. Bu konudaki görüşlerini şöyle aktarıyor:

 “Bu, feda değil tercihtir. Fazla para kazandığımızı söyleyemem. Gider çok. Ancak çok kişiyle tanışma ve şehrimizi iyi tanıtma fırsatı olan bir iş olduğu için seviyorum.  Otelde kim yatar, tabi ki buralı olmayanlar. Oteller yorgunluğun giderildiği, dinlenilen, keyif alınan yerlerdir. Rahat ettirmeliyiz. Gelenlerin kendini emniyete hissetmesi lazım.

Her şehirden, her siyasi partiden, her futbol kulübünden gelenler oluyor. Akşam oturduğumuz zaman konuşuyoruz, sohbet ediyoruz. Türkiye genelinde fikir sahibi oluyorum. Bilgi haznemiz gelişiyor.”

“Yaşadığınız ilginç bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?”

“Donalar Barajı’nın yapılması isteniyordu. Koca muhtarın oğlu Mehmet Kuşçu, Süleyman Demirel’den randevu almamı istedi. Gidip görüştüm, anlattım. Demirel hemen kabul etti, gelin dedi. Taşköprü’den otobüsle geldiler. Ben de kendi arabamla yola çıktım. Milletvekilleri Dr. Münif İslamoğlu ve Nurhan Tekinel de vardı. Otobüslerle, taksilerle yola çıkanlar Ankara girişinde Ülker’in orada buluştuk. Doğru Kızılay’daki eski başbakanlık binasına gittik

Süleyman Demirel’in odası Kastamonu’dan ve Taşköprü ilçesinden gelenlerle doldu, nefes alacak yer yok. Devlet Su İşleri’nden haritalar almıştım. Onları masaya serdim. Bilgiler, rakamlar da tam. Bu baraj ile şu kadar alan sulanacak, şu miktarda sebze, meyve yetiştirilecek ve ekonomiye bu kadar katkı verecek, şeklinde rakamlarla ifade ettim. Demirel çok iyi hazırlanmışsın dedi, o anda söz verdi. Hemen ihale yapıldı, baraj tamamlandı.

Ama açılışı ile ilgili sorun yaşadık. Çünkü Bayındırlık Bakanı başka partidendi. (Cumhuriyet Halk Partisi). Bakanın açılışı yapmasını istiyorlardı. Biz Tansu Çiller açılışı yapsın istiyorduk. Bu sorun uzun süre devam etti, sonunda çok gecikmeli de olsa çözüm bulundu. Açılışı Bayındırlık Bakanı ve Tansu Çiller birlikte gerçekleştirdiler.”

Mi̇ne Özgür Köşe (3) (1)

Ahmet Rugancı’nın nüfus artış, şehirleşme ve değerlerdeki değişim ile ilgili düşüncelerini öğrenmek istiyorum.

“İnsanların çağa ayak uydurması gerekir. Geleneklerimizde de, dinimizde de bu var. Gelişmeye bağlı olarak da nüfus artışı olması doğal” diye söze başlıyor ve şöyle devam ediyor:

“Tarımda Kastamonu’nun gelir düzeyi iyi. Vatandaşımız parasını bir yere yatırmak istiyor. Zarar etmemek, parasının değerini korumak için de genellikle gayrimenkule yatırıyor. Bu nedenle de binalar arttı.

1950 – 1960 yılları arasında Kastamonu’nun milletvekili sayısı 10 idi. 60 İhtilalinden sonra milletvekili sayımız 7’ye, sonra 5’e ve en son da 3’e düştü. Büyük şehirlerde gelişme fazla olunca buranın nüfus ve milletvekili oranı azaldı. Kastamonu büyüdü gelişti ama bu rakamlar, şehrimizdeki gelişmenin de yeteri kadar olmadığını gösteriyor. Başka iller koşarak gitmiş, biz ise yürüyerek.

Geleneklere eskiden daha bağlıydı ve daha ilgiliydi insanlar. Bir davul çalsa herkes dinlemeye gelirdi. Şimdi ilgi azaldı. Ama dediğim gibi çağa uymak lazım. Meşgaleler arttı, değişiklik gösterdi. İnsanların memnuniyetleri değişiyor.

Çocukluğumda şehrin alt ucu Çengeller Köprüsü’nde, üst ucu Oluk başındaydı. Bütün şehir o kadardı. Her yer elma ağaçları, sebze bahçeleriydi. Babam para verir, marul al derdi. Çengeller Köprüsü’nün az ilerisindeki bahçelerden göbekli marul alırdım. Bilahare istimlak yapıldı. Otogar açıldı. Tabi ki değişen zamanla şehrin ihtiyaçları da değişiyor.

Şimdi zaman yok. Eskiden televizyon yoktu. Evlerde telefon da yoktu. Radyo bile çok az evde vardı. Küçüklüğümde eski Belediye binasının oraya akşamları radyodan ajansı (haberleri) dinlemeye gidilirdi. İçinde renk renk balıkları olan havuz vardı. Çay, kahve, gazoz içerek bahçedeki radyodan ajansı takip ederdik.

Eskiden komşularla, sohbetlerle de vakit geçirilirdi. Birlikte kestane yenirdi. İlişkiler azaldı tabi. Komşularla olduğu gibi akrabalarla ilişkiler bile eskisi kadar yoğun değil. Hep birbirimizden haberdarız, ilgiliyiz ama çocuklarımıza, düğünde, bayramda ancak gidiyoruz. Şimdi akşamları evde meyve yiyip, dinlenerek vakit geçiriliyor. Televizyon da oyalıyor.”

2 oğlu, 1 kızı, 8 torunu, 2 de torun çocuğu olan Ahmet Rugancı; öğretmen, turizmci, halkla ilişkiler mezunu, hukuk öğrencisi ve doktora yapan torunlarını gururla anlatıyor.

Çocukları ve torunları babalarının, dedelerinin açtığı yoldan ilerleyip, işleri sürdürüyorlar. Oğullarının bir tanesi otelde, diğer oğlu toptancı halinde çalışıyor. Torunu Mustafa Rugancı da otelde birlikte çalışırken, resim yeteneğiyle dikkat çekiyor.

2003 yılında torunlarını teşvik için üniversite sınavına giren Ahmet Rugancı, sınavı kazanınca, Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler Fakültesi’ne girip, 2009 yılında 64 yaşındayken diplomasını almış.

“İşe girecek, kademe ilerleyecek halim yok. Sınavı kazanınca, bilgimi geliştirmek için okudum. Mesela yıllarca yaptığım iş nedeniyle portakal görsem nereden geldiğini bilirim. Ispanak için de diğer sebzeler için de aynı şey söz konusudur. Bilmek, öğrenmek, deneyim kazanmak önemlidir. Televizyonda da kültür, tartışma bilgi yarışmalarını izlemeyi çok seviyorum” diyen Ahmet Rugancı’ya “Gençlere neler söyleyeceksiniz?” diye soruyorum.

“Efendim, herkesin düzgün çalışması, yalandan, riyadan uzak durması gerek. Bir yanlış söz, yarın karşınıza büyük felaket olarak çıkabilir.

Günümüzde berber çırağı, el sanatları ustası gibi meslek öğrenenler kalmadı. Gençler kolay para kazanmak istiyor ve hayal peşinde koşuyorlar.

Gençken çok çalışmak gerekiyor. Eldeki fırsatları kaçırmadan değerlendirmeliyiz. Sadece bedensel değil akıl gücüyle de çalışmak çok önemli. Beden işinde bile aklı çalıştırmak lazım.  Bir işi yaparken bunu daha iyi nasıl yapabilirim, kendimi nasıl geliştirebilirim hata nasıl başka fırsatlar yaratabilirim diye hep aklı çalıştırmak gerekir

Aile birliğine, bütünlüğüne de çok önem vermek lazım.”

(Not: Rahmetli olan Sayın Ahmet Rugancı ile 2015 yılında yapmış olduğum röportaj)