Taştan olsun Kastamonulu olsun da…

Bundan milyonlarca yıl öncesinde Dünya üzerinde bir yerlerdeyiz. Henüz kıtalar ayrılmamış.

Her taraf su, sadece burası değil dünyanın çoğu yeri sularla kaplı. Tüm dünya da tek bir kıta var. Yeryüzü henüz şekillenmemiş. Sürekli bir şeyler oluyor. Ancak bu değişimler öyle birkaç günde değil milyonlarca yıl sürüyor.

Ne okyanuslar ne Akdeniz, ne de Karadeniz var.  Dünya da sadece tek bir deniz var onun adı da Tetis. Bu denizde yaşayan canlılar, bitkiler, yosunlar dışında dünyada kimseler yok.

Denizlerde yaşam gelişirken, her biri milyonlarca yıl süren jeolojik devirler sürüp giderken bilinmeyen bir zamanda belki de bir deprem, yanardağ gibi patlamasında denizin diplerinde bir kum, balçık kopup gelir, yosunların mercanların üstünü kapatır.

Çamurumsu bir tabaka oluşur.

Aradan yıllar, yüzyıllar, milyonlarca yıllar geçer.

Artık ne deniz vardır, ne de etrafta gezinen balıklar ne de bitkiler ve de ne diğerleri. Deniz olan yerler artık dağ, orman, kayaya dönüşmüştür. Balçıkla kaplanan o mercanlar, yosunlar,  bitkiler artık taşlaşmış. Fosil haline gelmiştir. Tetis denizi yok olmuş, sular çekilince Akdeniz, Karadeniz, Marmara oluşmuş, bu yarımadaya Anadolu adını vermişler. Karadenizin en güzel yerlerinden biri de Azdavay dağları, ormanları olmuş.

Artık günümüze gelmişiz. Bir gün (Maden Tetkik Araştırma ) MTA’dan bir jeolog, bir bilim insanı bu yörede tesadüfen bu fosili görmüş, incelenmesi için alıp Ankara’ya götürmüş.

Karşımda duran taşın öyküsü yaklaşık böyle bir şey.

Şimdi bir köşede bekliyor. Önünden gelip geçenler çoğu zaman altında silinmiş yazıyı okumuyor bile. Oysa o en eski Kastamonulu, Azdavaylı hemşerilerimizden biri.

Uzanıp merhaba diyor dokunuyorum izlere.

Elim milyonlarca yıl önceye dokunuyor.

Fosil değil sanki bir zaman makinesi.

cebrailkeles_dino-1

Ilgaz dağının zirvesindeki deniz kestaneleri..

Oğlum Metehan Keleş;  jeoloji y. mühendisidir. Sevdiği bir mesleği çocukken seçip o hedefe ulaşan nadir kişilerdendir. Ben de onunla birlikte doğada gezmekten büyük keyif alırım. Öyle ki bu coğrafya da gitmediğimiz yer kalmadı diyebilirim. Dağ bayır dere tepe demeden her yere gidip her yeri gezdik. Her gittiğimiz yerde eline aldığı bir kaya parçasından bize o bölgenin geçmişinin izlerini gösterip tarihini anlattı.

Elindeki sıradan sadece bir taş olsa da okumayı bilene göre bir tarih kitabıydı.

Kastamonu’da en yüksek tepelere çıktık. Ilgaz’ın zirvesinde, hacet tepesinde bana denizkestanelerini, deniz kabuklarını, Ağlı kalesinde deniz kabuklularını gösterdi. Kastamonu merkezde Doğan tepesinde yaşayan gastropot denilen deniz yaratıklarının taşlaşmış izlerine bakıp buranın deniz olduğu dönemleri anlattı.

Tüm bu jeolojik evreleri derli toplu görmek istersen Türkiye’nin ilk ve en büyük Tabiat Tarihi Müzesi olan “Ankara Şehit Cuma DAĞ Tabiat Tarihi Müzesine gitmelisin dedi.

Kastamonulunun işi pek düşmez başkente. Düştüğü zaman da ya resmi bir işi vardır ya da hastanelerdir güzergâhı.

Öyle İstanbul gibi sokakta rastladığın 10 kişiden biri hemşerin çıkmaz.

Hazır Ankara’ya gelmişken kış günü dışarıda gezemiyorsam bari torunumu da alıp gideyim tabiat tarihi müzesine hiç değilse kültürüm artar diye düştüm yola.

Bir tatil günüydü ve hava çok güzeldi. MTA Şehit Cuma DAĞ Tabiat Tarihi Müzesine ulaştığımızda her yer o kadar kabalıktı ki otoparkta zor yer bulduk.

Burası hakkında biraz internetten araştırıp sayfalarında gezindim.

MTA Şehit Cuma DAĞ Tabiat Tarihi Müzesi

“Türkiye'nin ulusal anlamda ilk Tabiat Tarihi Müzesi, MTA Genel Müdürlüğü bünyesinde 7 Şubat 1968 tarihinde kurulmuş, yeni binasına ise 2003 yılında taşınmıştır. Müzenin sergi salonlarında, Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli yerlerinden derlenmiş hepsi birbirinden önemli ve değerli, 5000’i aşkın örnek bulunmaktadır.”

Birinci katta, 2019 yılında yaptırılan “Akvaryum” bulunmakta,  omurgalı ve omurgasız fosillere ait çok sayıda örnek sergilenmektedir. Ayrıca, Manisa-Kula’da yaşamış insanlara ait ayak izleri, Prehistorik Dönemler’e ait taş aletler, mağara sanatına ait alçı kopyalar, Karstik Mağara Modeli ve Çökelme Ortamları Maketi ziyaretçiler tarafından büyük ilgi görmektedir.

 Yine bu katta aralarında 1974 yılında Ankara-Beypazarı’nda bulunmuş olan “Anadolu Panterinin (Panthera pardus tulliana)” yer aldığı soyu tükenmiş ya da tükenmekte olan Türkiye’ye özgü Bitki ve Hayvanlara ait örnekler yaşam ortamlarına uygun canlandırmalarla Diyorama Bölümünde sergilenmektedir.

Kahramanmaraş’ta bulunan 3.500 yıl öncesine ait “Maraş Fili (Elephas maximus asurus) iskeleti; 17-10 milyon yıl önce yaşamış bir hortumlu memeli olan “Gomphotherium angustidens” fosilinin alçı kopyası; Çankırı-Çorum Havzasında 28-23 milyon yıl önce yaşamış gelmiş geçmiş en büyük kara memelisi olarak bilinen “Dev Gergedan”a ait fosiller, Adana-Yumurtalık sahilinde karaya vuran güncel “Uzun Balina” (Balaenoptera physalus) iskeleti ile 140 milyon yıl önce yaşamış etobur dinozorlardan Allosaurus fragilis iskeletinin alçı kopyası ve aynı fosilin maketi; 67-65,5 milyon yıl önce yaşamış Tyrannosaurus rex’e ait kafatasının mülajı ve bütün iskeletinin maketi; Brezilya’da bulunmuş ve yaklaşık 280 milyon yıl öncesine ait bir tatlı su sürüngeni olan Mesosaurus brasiliensis’e ait orijinal fosil, Ankara- Köserelik’te bulunmuş ve 193 milyon yıl öncesine ait “Dev Ammonit Fosili”  yine bu katta sergilenmektedir.                 

Dünyanın jeolojik tarihini canlı bir kitap gibi gezip akılda kalıcı bilgiler edindik.

Ay taşını başka nerede görebilirsiniz ki?

Soyu tükenmiş hayvanları,

Değerli madenleri

İşte tüm bunlar bu müzede.

Vakti olan mutlaka gitsin derim.

İki Kastamonulu, bir ulu cami ve bir ayrılık masalı…

2023 Yılı bitmiş, yeni bir yılın ilk günündeyiz.

Kocatepe camisine düştü yolum.

Burası da Kastamonulular için yabancı değildir. Hakkı Aksoy hocamın verdiği bilgilere göre Kocatepe camisinde emeği olanların başında İki hemşerimiz var.

1.Yaptırma ve Yaşatma Derneği Başkanı Merhum İsmail Hakkı Yılanlıoğlu

2.Türkiye Diyanet Vakfına devralarak inşaatını tamamlayan efsane ve unutulmayan Diyanet İşleri Başkanımız Dr.Tayyar Altıkulaç .

Cami muhteşem.

Her köşesine saatlerce durup bakasım var.

Hem fotoğraf çekiyor hem de dua ediyorum sessizce.

Kendimle baş başa kalıp döküyorum içimi.

Ama Ankara bizim için gurbet demek, eninde sonunda sayılı gün bitiyor ve memlekete dönüş zamanı geliyor.

Dönmek güzel ama ilk göz ağrım torunum Ilgaz’dan ayrılmak çok zor geliyor. Arabaya eşyaları yüklerken sarılıyor,

-Gitme diyor.

Ne desem 4 yaşındaki bir çocuğa nasıl anlatsam ki…

Ona akşamları uyku öncesi okuduğum kitaplardan biri geliyor aklıma.

Audrey Penn/ Avucundaki Öpücük

Hikâye şöyleydi;
Minik bir rakun var ve “-okula gitmek istemiyorum, seninle birlikte evde kalmak istiyorum, arkadaşlarımla, oyuncaklarımla oynamak istiyorum.” diyor annesine.

Anne rakun da, yavrusunun elini tutup, “bazen hepimiz istemediğimiz şeyleri yapmak zorunda kalırız. Diye onu teselli ettikten sonra, ona hem, okuldaki gecelerinin evdeki günler kadar sıcak ve mutlu olmasını sağlayacak bir sırrım var.” diyor.

 Minik rakun “ne sırrıymış?” diye merakla soruyor annesine.

 “çok basit..” diyor anne “ben de annemden öğrendim.. İsmi, avucundaki öpücük, şimdi sana göstereceğim.” dedikten sonra yavrusunun sol elini tutuyor, avucunun tam ortasından sıcacık öpüyor ve

 “eğer kendini yalnız hissedersen elini yanağına bastır ve şöyle düşün: ‘annem beni çok seviyor ve hep yanımda.

Minik rakun, avucundaki öpücüğe bayılmıştı. artık nereye giderse gitsin, annesinin sevgisi de onunla birlikte olacaktı.. Hatta okulda bile.

Onu anlattım Ilgaz’a.

Ben gitmek zorundayım ama kalbim hep senin yanında diyerek elini tuttum avucunun ortasından öptüm, nerede olursan ol dedenin kalbi hep seninle olacak diye.

Sisli bir kış gecesi yollardayım.

Ankara/Çankırı arasında baykuş boğazından sonra göz gözü görmüyor, sis, pus ne ararsan var. Yollar da yıllar gibi. Ne kadar uzun olursa olsun sonunda tükeniyor.

İndağını inip,  Doğru yol kavşağına varıyorum.

Kastamonu yolu benim için bundan sonra başlıyor.

Uzakta sisler karanlıklar arasında görmesem bile Ilgaz var.

Memlekete geldim diyorum.

Cep telefonuma bir mesaj geliyor.

Bakıyorum torunum Ilgaz fotoğraf yollamış, bir eli yanağında,

Yağmur yağmıyor ama yine de bir şeyler süzülüyor yanaklarımdan…

Cebrail Keleş/Balıkçı Şef

2 Ocak 2024-Kastamonu