“Ağaçlar, yeryüzünün göğe yazdığı şiirlerdir.”

“Anıt Meşe/Anıt İnsan/unutulmaz hatıralar…”
“Bir efsane kanayan meşe ağacı”

Tarihimizin sessiz tanıkları/Kadim bekçileri “Anıt Ağaçlar”

Anadolu coğrafyası binlerce yıldır sayısız medeniyete ev sahipliği yapmış kadim bir topraktır. Zengin doğal ve kültürel bir mirasa sahiptir. Yüzyılları aşan ömürleri, dayanıklı yapıları ve derin kültürel kökleriyle meşeler de, Anadolu'nun tarihine tanıklık eden kadim bekçileridir.

Meşe (Quercus) cinsi, kayıngiller (Fagaceae) familyasına ait geniş yapraklı bir ağaçtır. Dünya genelinde 600'den fazla türü bulunur. Anadolu, zengin biyo çeşitliliği sayesinde birçok farklı meşe türüne ev sahipliği yapar. Ortalamada 500 ila 1000 yıl yaşayabilen meşe ağaçları bulunur. Hatta bazı türlerin 2000 yıla kadar yaşayabildiği bilinmektedir.

Bu uzun ömürlülük, onları sadece bir ağaç olmaktan çıkarıp, doğanın ve tarihin canlı tanıkları haline getirir. Anadolu'nun dört bir yanında, Hititlerden Osmanlı'ya kadar pek çok medeniyete sessizce tanıklık etmiş asırlık meşeler görmek mümkündür.”

Cebrai̇l Keleş Köşe (4)-19

Kastamonu Taşköprü'deki 500 Yıllık Meşe…

Eylül ayının ilk günlerindeyiz ve yolumuz bu sefer Taşköprü Paşaköy…

Mevsimin sonbahar olmasına bakmayın henüz yaz bitmedi galiba. Gündüz sıcaklıkları ağustos ayını geceleri ise kasım ayını aratmıyor. Kuraklık desen had safhada; tüm dereler kurumuş, barajlardaki su bitmek üzere. Bitsin artık bu yaz, sonbaharı, yağmurları, soğuğu özledim.

Cebrai̇l Keleş Köşe (6)-21

Geçmişteki eylülleri hatırlayınca ilk olarak aklıma, yağan yağmurlar, içimizi üşüten soğuklar, Ilgaz’a düşen ilk kar, ormanlarda bulunan ilk kanlıca haberi geliyor. Bizde zaten sonbaharlar kanlıca mantarının olup olmaması ile hatırlanıyor. Bu sonbaharda kanlıca mantarı henüz görünmedi ama umudumuz da bitmedi. Sonbahar yağmurlarını bekliyoruz sonrasında pastırma yazı da gelirse dağ taş kanlıca olur.

Taşköprü Paşaköy’deyiz. Köyün girişinde, asırlık meşelerin arasında bir mücevher gibi görünen ahşap divan camisinin önünde muhtar Oğuzhan Şenel ve köylüleri bizi karşılıyor. Kucaklaşıp hal hatır soruyor, köyden kentten, yağmayan yağmurdan konuşuyoruz.

Cebrai̇l Keleş Köşe (9)-22

Köyün bilgeleri, akil adamları, uslularıyla geçmişi konuşuyoruz, Diyorlar ki; Bu sene çok kurak olsa da şükürler olsun ki bu deremiz hiç kurumadı. Diyor ve yanda nazalı nazlı akan küçük dereyi gösteriyorlar. Bakmayın böyle aktığına baharlarda öyle bir coşar ki önünde kimde duramaz. Geçmişte gelen seller önüne ne katarsa alıp götürürdü, bir tek türbeye ve meşe ağacımıza dokunmadı diye ilave ediyorlar.

Önümde 86 yaşındaki Recep Gökgöz amcam arkada ben geçiyoruz derenin üstündeki taşlara basa basa. Halvetiye dergâhından ilim almış ve heybe dokuyarak geçimini sağlayan âlim Şeyh Salih Nuri Dede'nin türbesi nde durup ruhuna bir Fatiha okuduktan sonra meşenin yanına gidiyoruz.
Cebrai̇l Keleş Köşe (2)-24

Muhteşem bir meşe ağacı karşılıyor bizi, İlk gördüğümde kalakalıyorum, Karşımda; müthiş bir anıtsal meşe ağacı var. Henüz tescili yapılmasa da bu onun anıtsal sıfatını gölgelemiyor. Çok büyük bir gövdesi var ama içi boşalmış. Bu anıtsal ağaç yüzyıllar içinde nice yangın, yıldırım, kar, yağmur, dolu günler gördü kim bilir. Yaşadığı her bir felaketi gövdesinde bir çizik bir iz, bir yumru olarak adeta resmetmiş.

Ağacın gövdesindeki boşluğa bir solukluk dinlenme için oturan 86 yaşındaki Recep Gökgöz amcama bakıyorum, meşe ağacı nasıl anıtsal ise o da anıtsal bir yapıya sahip. Maniler söyleyen, güleç yüzüyle, gözlerinin içi gülen hayat dolu biri. Onun yüzünde de yaşadığı uzun hayatın izleri var, tıpkı sırtını dayadığı meşe gibi onun da hayat öyküsü yüzüne kazınmış silinmez bir şekilde.

“ Halk Hikâyeleri” Anıt ağaçların görünmez koruyucularıdır.

Ben de oturuyorum hem ağacın hem amcamın dizinin dibine, Recep amcam önce bir mani söylüyor, sonra bak diyor evlat, bu meşenin dibinde kurban kesip dua edilmeyince bu meşeden kan akarmış…

Şaşırmıyorum, bu efsaneleri n benzerlerini her yerde, her şekilde duydum. Kastamonu genelinde “Tarihimizin sessiz tanıkları Anıt Ağaçlar” kitabının araştırmalarını yaparken çok dinlemişimdir.

Coğrafyalar farklı ama öyküler genelde ortaktı. “Dalını kesenin başına iş geleceğini, gıcısını alıp yakanın ocağının yanacağını” anlattılar. Bu hikâyeleri önemsiyor, seviyorum, yazılı olmayan bu halk öyküleri kadim ağaçların görünmez koruyucularıdır.

Ben de İç Anadolu'nun bozkırlarında doğdum ve o topraklarda da aynı öyküleri dinleyerek büyüdüm. Bizim ata yurdu bozkırdır ve onu çevreleyen dağlarda orman yoktur, uçsuz bucaksız topraklarda arada bir mor lekeler görülür işte onlar meşedir. Dibinde koyun sürüleri gölgelenir, yağmurda sığınırlar altına. Meşe ağacı hayat doludur, pelitinden(palamut) ,dalından, yaprağından, kurt, kuş tüm canlılar sebeplenir.

Cebrai̇l Keleş Köşe (12)-11

Meşe, çiğdem ve benim çocukluğum…

Nerede bir meşe görsem mutlu olur, sevinirim, çocukluğuma giderim. Anılar denizinde belli belirsiz bir görüntü gelir;

Bozkırın yakıcı rüzgârlarının yüzünü yaktığı bir kavruk çocuk, babasıyla bekçi tepesindedir. Bahar zamanıdır, karların yeni kalktığı, bozkırın yeşille boyandığı mevsimdir. Elinde babasının yaptığı “küsküç” ile çiğdem kazarlar. Sonrasında bir çeşme başında, ulu bir meşenin altında sofra bezine sarılmış azığını çıkarırlar. Annesi yufka ekmeği ile yumurtalı dürüm yapmış, yanına bir iki dal da yeşil soğan koymuştur.

Elinde çıkınıyla eve döndüklerinde annesi karşılar onları, taze çiğdem çiçeklerinden bir demet uzatır, çıkınında da bir avuç dolusu pelit vardır.”

Cebrai̇l Keleş Köşe (8)-20

Babasıyla, annesiyle kimselere anlatmadığı belki de en güzel hatırasıdır.

Meşe ağacı, pelitleri ve çiğdemler. İkisini bir arada ne zaman görsem artık hayatımda olmayan Annemle babamla bir bağ kurarım sanki. Meşe görünce dayanamam sarılırım gövdesine, ne kollarım ne de ruhum yetmez kavuşmaya. Usulca incitmekten korkarak dokunurum kabuğuna gövdesine. Kulağımı verip çocukluğumun türkülerini duymaya çalışırım.

Meşe ağacının gövdesinde, kabuğunda, dalında, meyvesinde babamı, annemi çocukluğumu ararım.
Gözlerimi kapatıp dinlerim, rüzgârda salınan dalları, yaprakları tanıdık bir türkü söyler sanki

“Allı turnam bizim ele varırsan”
Türk mitolojisinde "Hayat Ağacı" veya "Dünya Ağacı" kavramı önemli bir yer tutar ve bu ağaç çoğu zaman bir meşe veya benzeri dayanıklı bir ağaçla sembolize edilir. Meşe, gücü, dayanıklılığı, uzun ömrü ve bereketi temsil ederdi. Gökyüzü ile yeraltı dünyası arasında bir köprü vazifesi gördüğüne inanılır, Tanrı'ya veya ruhlara dilekleri iletmek için kullanılırdı.”

Anadolu'da yerel inançlar ve halk gelenekleri, meşe ağacına derin bir saygı ve anlam atfetmeye devam etmiştir. Birçok köy ve kasabada, "dede ağacı", "yatır ağacı" veya "dilek ağacı" olarak kabul edilen asırlık meşeler bulunur. Bu ağaçların altında dualar edilir, bezler bağlanır, şifa ve dilekler dilenir. Özellikle kuraklık zamanlarında yağmur duası için meşe ağaçlarının çevresinde toplanılır, bereket getireceğine inanılırdı.

Kökleriyle toprağa, dallarıyla göğe uzanan ağaçlar…

Halil Cibran der ki; “Ağaçlar, yeryüzünün göğe yazdığı şiirlerdir.”

Her bir anıt ağaç, sadece bir biyolojik varlık değil, yaşayan birer miras ve kadim birer bekçidir. Özellikle de Anadolu'nun dört bir yanındaki meşeler, kökleriyle toprağa, dallarıyla göğe uzanarak bu toprağın derinliklerini ve zenginliğini bizlere fısıldamaya devam etmektedir.

Gördüğüm her anıtsal meşe ağacında da benim çocukluğumun yazıldığı şiirin dizeleri, hatıraları var.

Yarın ben de olmayacağım.

“Bugün bir gölgen vardır,
Hatırla, yarın bir gölgen bile kalmayacak...”

Ben de her meşe ağacında göğe yazdığım şiirleri ararım.

O dizelerde, çocukken babamla birlikte çıkınımı açıp anamın hazırladığı dürümün tadını,

Anneme uzattığım çiğdem demeti,

Saçlarımda gezinen serin yellerin bana fısıldadığı türküler vardır.

Cebrail Keleş-Balıkçı Şef
20 Eylül 2025-Kastamonu/Taşköprü/Paşaköy