Ölüm ve Hayat bir arada…
Kastamonu bizim memleket.
Nasrullah’ta önümüzü bir yabancı kesip “Memleketini bize bir tarif et” deseler ne deriz ki?
Herkesin tarifi kendine göre olsa da ben “Ilgaz” der susarım. Israr eden olursa da;
Yeşil bir denizdeki, huzur, tarih, kültür adası derdim.
Gerçekten memleketimizi anlatmaya birkaç kelime yetmiyor. Her şeyimiz var, tarihimiz, kültürümüz, sanatımız, dağlarımız, denizimiz, akarsularımız.

Yarım asırdır hizmette kusur etmeyen barajımız Karaçomak…
Bizim memleket yeşil bir orman denizinde yüzen bir adaysa, ben de o adada yaşayan Robinson misali elde olta tüm sularında balık avlamış bir garip gezgin, bir Balıkçı şefim.
Ömrümün her anında doğayla, dağlarla, kırlarla iç içe olmuşumdur. Çocukluğumda derelerde elle ve soğan çuvallarıyla başlayan balık sevdam, yaş ilerledikçe olta tutkusuyla devam etti. Yaş aldıkça da artık tut sev, fotosunu çek bırak haline dönüştü.
Memur olarak çok yer gördüm, gezdim. Her yerde ilk olarak Balıkçı aradım onlarla dost olup dağ bayır gezdim.
Her gittiğimiz yerde olduğu gibi bundan çeyrek asır önce Kastamonu’ya ayak attığım ilk gün de aklımdaki tek soru nerede balık tutabilirim oldu.
En yakın yer olarak Karaçomak barajını tarif ettiler.

Karaçomak barajı ve eski dostlar…
“Karaçomak Barajı: Kastamonu'da, Karaçomak Deresi üzerinde, sulama, taşkın kontrolü, içme suyu temini amacı ile 1968- 1973 yılları arasında inşa edilmiş bir barajdır”
Suya vuran ışıltılarına bakarak ilk aklıma gelen, burasının sadece bir Baraj değil adeta inci dolu bir hazine sandığı olduğudur.
Her mevsim güzel olsa da en güzel zamanı ise sonbahar ve ilkyaz başındadır. Ilgaz’ın karlı tepeleri suya yansır, güzelliğine güzellik katar.
Olta balıkçılığı sayesinde çok fazla dost kazandım, tanıdım. Öyle ki artık balık tutmak için nereye gidersem gideyim mutlaka birkaç tanıdığa, dosta denk gelirim. Kimseyi tanımasam da mutlaka bir merhaba der oturur yanına sohbet ederim, çok geçmeden elimizde, azığımızda, gönlümüzde neyimiz var neyimiz yoksa paylaşırız.
Bundan çok çok uzun zaman önceydi, hep uzaktan görüp imrendiğim baraj kenarında sarı bir ev vardı, bir gün nasip oldu çaldım kapılarını.
Akçakese köylü Bostan ailesiyle tanıştım. Yıllar içinde tüm aileyle kuvvetli bir bağımız oldu. O zamanlar küçücük bir delikanlı olan oğul Görkem şimdi evlendi çoluk çocuğa karışmak üzere. O gün bu gün ne zaman kapılarını çalsam evin reisi Baba İsmail Bostan, Oğlu Ayhan Bostan hep aynı güler yüzle sevinçle karşıladılar bizleri.
Evin büyük annesi Necmiye Ablam ise her daim evde, bahçede mutlaka bir şeyler yaparken buldum.
Evin görünmeyen ama her yere yetişeni ise Beyhan ablamız. Bunca işinin arasında bir de ehliyet aldığını duyunca bir kez daha takdir ettim.

Su hayattır…
Yine gün oldu bir kez daha yolum düştü Karaçomağa…
Buralara gelmişken eski dostlarıma uğramadan olmaz diyerek döndüm Bostan ailesinin yaşadığı evin yoluna. Kapıya gelince asıldım kornaya, bahçedeki koca cüsseli karabaş uyuduğu yerden kafasını kaldırdı beni gördü, hiç oralı bile olmadan uyumaya devam etti. Ama bahçedeki kazlar, hiç tanıdık filan dinlemeyip bastılar yaygarayı.
Kapıya ilk çıkan İsmail Bostan oldu,
Ooo şefim, hele hoş geldin diyerek her zamanki cana yakınlık ile karşıladı, kucaklaştık. hal hatırdan sonra,
- Gel hele İsmail ağabeyim şöyle bir baraj kenarında dolaşalım,
Gittik ama gördüğümüz manzara ikimizi de derinden sarstı, üzdü.
Nasıl üzülmeyelim ki bir tanesini tutabilmek için saatlerce uğraştığımız koca koca sazanlar ölmüş kıyıya vurmuşlar. Su kıyısı çok hareketli, hava almaya çalışan balıklar umutsuzca çırpınıyor. Daha fazla bakamıyoruz, içimiz kaldırmıyor.
-15 yaşımdan bu yana barajı bilirim. Bak burası yer eski İhsangazi yoludur. Bizim hayvan otlattığımız meralarımızdı bu vadi, sonra suyla doldu, baraj oldu. Şimdi kadere bak, yine hayvan otlatıyoruz.
-Su hayattır ama İsmail ağabeyim diyorum.
Bana suyun kenarına vuran irili ufaklı ölmüş balıkları gösteriyor, “her zaman değil” diyor.

Necmiye Ablamın sofrasından…
Baraj kıyısından moralimiz bozuk bir şekilde gelince, haydi bize müsaade desem de ne mümkün, Necmiye Ablam, hele bir geç bakalım içeri, bir soluklan, bir bardak çay iç sonra bakarız. Diyor.
Hayır diye bir cevabı kabul etmez bilirim ablam.
Bir bardak çaya niyet edip oturuyoruz.
Önümüze kuzine sobası üzerinde kaynayan bahçe mısırı ve eğşili pilav geliyor. Pazardan aldığı mısırların hepsi silaj mısırı çıkınca mısıra küsen ben, tabağı önüme çekiyorum. Bunun hepsi benim pilav sizin olsun… Çay mısır sonrası, Necmiye ablam bize bahçesini gezdiriyor, elleriyle yetiştirdiği bamyaları, fasulyeleri, mısırları gösteriyor.
Necmiye Ablam bir susuzluktan, kuraklıktan ve bir de danaburnundan yana pek dertli.
-Karpuz, kavun bu sene pek olmadı hep o körolmayasıca böcüler hepsini delip çürüttüler. (danadişi/danaburnu) yüzünden bu sene bostandan bize bir şey kalmadı. Yağmurda olmadı, kurudu her yer.
Asmaları soğuk vurmuş ama yeniden meyveye durmuşlar epeyce de var. Evin en üst katına ulaşmış, bir yanda beyaz bir yanda siyah üzüm salkımları görünüyor. Toplayamıyoruz çoğunlukla kuşlara kalıyor. Onlarla ortak hasat ediyoruz diyor ablamız. Artık veda zamanı gelince de her zaman yaptığı gibi,
-Yine gelin yine bekleriz diye Kastamonu usulünce bizi salavatlıyor.

Karaçomağın dünü bugünü…
Eve dönerken, yolun kenarından ara ara görünen bu gerçek bir saklı güzelliğimizi izliyorum. Çok keyifli ve harika bir yolculuk oluyor.
Bu baraj sadece bir su birikintisi değil, benim, eşimin oğlumun ve kızımın bir de tüm şehrin anılarının bir parçası.
Şimdilerde mahzun, şimdilerde üzgün, nasıl olmasın ki,
Ilgaz’dan süzülüp gelen derelerinde su kalmamış.
Suyunda, bağrında yaşayan balıklar nefes alamaz hale gelmiş.
50 yıldır suyun gelgit ölçüsü olan o kuru ağaç bile yıkılmış.
Ama umutsuz değilim.
Yaz bitti, sonbahar yağmurlarının eli kulağındadır. Hele bir de Ilgaz’ın zirveleri erkenden karla kaplanırsa, işte siz o zaman görün Karaçomağı.
Kara değil yemyeşil olur tüm kara çomaklar.
Yine bir ilkyaz günü elmaların, armutların, aşlakların çiçek açtığı zamanlarda gelirim. Necmiye ablamın balkonundan bir demli çay eşliğinde,Ilgaz’ınsuya vuran karlı zirvelerini seyrederim.
Ne kurak bir yaz mevsimiydi diye tarihe bir çentik daha atarız.
…
9 Ağustos 2025- Kastamonu
Cebrail Keleş- Balıkçı Şef