Sevgili okurlarım uzunca bir süre İstiklal Gazetesindeki yazılarıma ara verdiğim için siz değerli okurlarımızdan ve gazete ailemizden özür diliyorum. Gerek meslek hayatımdaki yoğunluk ve olağanüstü gelişmeler benim için bir gönüllülük işi olan haftalık yazma işime ara vermeme neden olmuştur. İnşallah bundan sonra hayatın olağan akışına aykırı bir durum olmazsa benim için yine gönülden yazmaya devam edeceğim.
Toplumumuzun ve insanımızın ve günümüz dünyasının içinde bulunduğu durum biz eğitimcilere yaptığımız işten fazlasını yapma misyonu yüklemektedir. Her geçen gün erozyona uğrayan insani değerler yerini çıkar ve menfaate terk etmiş durumda. Kimse kimseyi menfaatsiz ve çıkarsız sevmiyor. Güç merkezi neredeyse herkes yönünü o tarafa çeviriyor. Allah için seven , Allah için reddeden çok az. Doğruyu söylemek delilik olarak görülürken menfaat sağlayan bir yanlışı savunmak için kırk dereden su getirenlere çok fazla denk geliyorsunuz. Toplumda egemen olan kültür ve karşı tarafa sizi güçlü gösterecek tek unsur “ sen benim kim olduğumu biliyor musun “ sözü olmuş durumda. Konuya böyle giren biri için ne düşünürsünüz ! Bir çok şeyi düşünebilirsiniz. Yani söze böyle başlayan biri sizden ayrıcalıklı olduğunu , güçlü olduğunu , adli yada idari bir işiniz yada işleminiz olursa size galip geleceğini maç başlamadan sonucu ilan etmiştir. Yani” Şikeci” dir. Kanunlar karşısında eşit olmadığınızı , haksız bile olsa size karşı haklı çıkacağını beyan emiş kişi olarak düşünebilirsiniz. Daha bir çok ihtimal de gelir kişinin aklına. Ama bunların hepsi bir ihtimal. Kesin olan ise o kişinin kim olduğu değil kim olmadığıdır. Mesela şerefli , onurlu , kişilikli , dürüst ve ahlaklı biri değildir. Yoksa toplumda bu kadar infial uyandıran ahlaksızlıklar ve haksızlıklar olur muydu? Ulusal kanallardaki en çok izlenme rekoru kıran programların çarpık aile ilişkileri , arkadaşlığın, dostluğun, komşuluğun ve kısaca insanlığın bittiği olaylar zincirlerinin yer aldığı programların olması tesadüf olabilir mi?
Bu kadar olumsuzlukların yaşandığı bu güzel ülkemizde hiç mi iyi ve güzel şeyler olmuyor. Bu kadar kötü bir tablo çizmenin amacı nedir diye soranlar olabilir. Elbette oluyor. Elbette işinin hakkını veren emekçi , aldığı her kuruşu hak eden memur, devletin işlerini görmek üzere devletin vermiş olduğu makam aracını kendi işerinde kullanmayan amir, iki hastadan birinin fakir ve kimsesiz diğerinin nüfuz sahibi biri olması durumunda her iki hastaya aynı değeri gösterip öncelik hakkı kiminse onu öncelikle tedavi eden doktor. Emniyet güçlerine sığınan kim olursa olsun onu canı pahasına koruyan polis , bir sürü kaygılı durumlar olmasına rağmen verdiği kararın toplumda imtiyazlı olarak bilinen şahısları kızdıracak olmasına rağmen hak ve hakikati koruyan hakim ve savcı , öğrencisinin sınıftaki problemlerinin aile den kaynaklı olabileceğini düşünüp görevi olmasa da zaman ayırıp aile ziyareti yapan öğretmen yok diyemeyiz elbette. Tüm bu iyi örnekler ve daha fazlası kesinlikle var. Ama yeterli değil.
İyilik ve güzellik istismara açık , doğruluk ve hakikat sahipsiz, çıkar ve menfaat bir ganimet addedilmiş durumda. Onun için hakkı hakikati hiç yorulmadan , bıkmadan usanmadan dile getirmek gibi bir zorunluluğumuz var. Bataklığa düşen insanımızın öncelikle bu bataklıktan kurtarılabileceği sonra da bataklığın kurutulacağı bir toplumsal yapının inşa edilmesi gerektiği kanaatini taşımaktayım.
İnançlı bir eğitimci olarak gençlerimizin içinde bulunduğu kötü koşullardan koruyacak , ailelerimizin kaybolmaya yüz tutmuş tüm değerlerimize kavuşmaları için ne gerekiyorsa onu yapacağız.