Geçen hafta yazdığımız işgücü piyasası konusuna devam edelim. Tabi ki uzun süredir olduğu gibi yazımıza başlamadan önce mümkün olduğunca yerli ve milli ürünleri tercih etmemiz, Siyonist markaları boykot etmemiz gerektiğini hatırlatıyoruz.

Türkiye’de karşılaştığımız sorunlardan birisi de işgücü piyasasında esnekliğin düşük olması. Ekonomide zaman zaman bir meslek iyi kazandırır ve iş bulma imkanları yüksektir. Sonra zaman değişir ve başka bir meslekte ücretler yükselir ve iş bulma imkanları artar. Ben lisans programına girerken endüstri mühendisliği revaçta idi, sonra bilgisayar mühendisliği ilgi çekmeye başladı. Şimdi de savunma sanayi ile ilgili dallar gelişti. Bu nedenle yurtdışında kariyerine muhasebeci diye başlayan biri sonra bilgisayarcı ve daha sonra aşçı olup emekli olabilir. Ama Türkiye’de bunun biraz daha kısıtlı olduğunu görüyoruz. Asker veya memur iken akademisyen olanlara veya akademisyen iken politikacı ve firma sahibi olanlara rastlayabiliyoruz ama diğer sektörlerde bu oldukça kısıtlı. Örneğin; Japonya’da da bu kısıtlıdır. Bir Japon, bir fabrikada (Toyota, Honda, Mitsubishi vs) işe başlarsa hayatının sonuna kadar o fabrikada aynı işe devam eder. Peki bu esnekliğin düşük olmasının zararı ne? Biraz bunu anlatalım. Makine mühendisliğinde işgücü arz fazlalığı ama otomobil tamirciliğinde işgücü talep fazlalığı olduğunu varsayalım. Bu durumda makine mühendisi düşük ücret alırken otomobil tamircisi yüksek ücret alacaktır. Eğer işgücü piyasası yeterince esnek değilse bu durum uzun süre devam eder. Ama işgücü piyasası esnekse makine mühendislerinden bir kısmı daha yüksek ücret almak için otomobil tamirciliğine geçiş yapmak isteyebilir. Bunun için çeşitli kurslara yazılabilir, Meslek Yüksekokullarının ilgili bölümlerine kaydolabilir. Liseyi yeni bitiren gençlerin çoğunluğu otomobil tamirciliği ile ilgili Meslek yüksekokulu bölümlerine kaydolabilir. Böylece piyasada makine mühendisi olarak çalışmak isteyen kişi sayısı azalır, otomobil tamircisi olarak çalışmak isteyen kişi sayısı artar. Makine mühendisi sayısı azaldığı için ücretleri artar. Otomobil tamircisi sayısı arttığı için de ücretler düşer. Mühendis ücretleri ile otomobil tamircisi ücretleri birbirine yaklaşabilir hatta mühendis ücretleri bir miktar daha yüksek olabilir.

Bu esneklik için üniversiteler ne yapabilir? Üniversitelerin hedef kitle olarak liseden mezun kişileri belirlemesi doğru değil. Adam belki bilgisayar mühendisi oldu ama 35-40 yaşına gelince aşçı, muhasebeci, turizmci olmayı düşündü. Ne olacak? Üniversite bu tip insanlar için de alternatif sunmalı. Sürekli Eğitim Merkezleri, lisans veya ön lisans programları bu insanlar için de alternatif programlar sunmalı. Yönetici olmak isteyenler için yüksek lisans programları sunuluyor ama diğer meslek dallarına geçmek isteyenler ne olacak? Meslek değiştirmek isteyen kişiler için uzaktan eğitim, hafta sonu ve akşam eğitim veren programlar konmalı.

Üniversitelerin tüm şehirlere yayılması çok olumlu bir süreç. Böylece kalkınma farklılıklarını giderme fırsatları ortaya çıktı. Ama şu sorun devam ediyor. İstanbul, Ankara ve İzmir’de üniversiteler 200-300 kişilik kontenjanlar ile öğrenci alıyor. Sonra üniversite yönetimleri bu kadar öğrenciye eğitim için üç, dört şubeye ayırıyorlar. Yine de geçmiş senelerden derslerden kalan öğrenciler olduğu için dersler anfilerde yapılıyor. Anfilerde eğitime baştan beri karşıyım. Ön taraftakiler hocanın tahtaya yazdıklarını görür ve hocanın sesini duyar, ama arka sıralar… Ses sistemleri, mikrofon diyenler olacak ama onlar da işe yaramıyor, arka sıralardaki öğrenciler motive olamıyor. Uzaktan eğitim, anfilerde eğitimden kat be kat daha iyidir. Ayrıca İstanbul, Ankara ve İzmir’de nüfus artıyor, kiralar yükseliyor, ulaşım altyapısı zorlanıyor. Öğretim üyeleri araştırma ile uğraşacakları zamanın bir kısmını 200 kişilik lisans dersleri için harcıyor. Buna karşılık Anadolu’da aynı eğitimi veren üniversiteler öğrenci bulmakta zorlanıyor. Büyükşehirlerde üniversitelerde lisans kontenjanlarının düşürülmesi ve öğrencilerin diğer şehirlerdeki üniversitelere yönlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Birkaç üniversitede 200-300, diğerlerinde 10 kişilik sınıflarda eğitim verileceğine öğrenciler dengeli dağıtılıp tüm üniversitelerde 30 kişilik sınıflarda daha etkin eğitim verilebilir.

İşgücü piyasasında esnekliği sağlamak için medya ve TV sektörü bile kullanılabilir. ABD’de itfaiye memuru olmak için başvuran kişi sayısının müthiş azaldığı görülüyor. Malum, tehlikeli bir iş. Sonra yakışıklı bir aktörün itfaiyeci olduğu ve kahramanlık yaptığı birkaç TV dizisi ve Hollywood filmi çekiliyor. Aniden itfaiyeci olmak için başvuran sayılarında aniden artış yaşanıyor. Türkiye’de bunu yapamaz mıyız? Örneğin; şimdi gençler tarım ve hayvancılık, sanayi gibi sektörlerde çalışmak istemiyor. Yakışıklı bir aktörü modern üretim yapan bir çiftlik sahibi olarak gösteren diziler, filmler yapılamaz mı?

Eskiden babalar, çocuklarını yaz tatilinde esnafın yanına verirlerdi. Çocuk esnafın yanında malın nasıl satılacağını, nasıl üretileceğini vs öğrenirdi. Sonra çocuk üniversiteyi bitirse bile elinde alternatif olurdu. İsterse üniversitede okuduğu alan isterse de yaz tatillerinde öğrendiği mesleği yapardı. Şimdi bu gelenek kalktı. Ne oldu? Üniversitede eğitim aldığı meslekte iyi maaşlı iş bulamayınca ana baba parası yiyip evde oturan bir nesil ortaya çıktı. Eskiden çocukların elinin ekmek tutması önemliydi, mesleği değildi, iş beğenmemek gibi bir şey yoktu. Böyle nesil ortaya çıkınca da işgücü piyasasında esneklik olmuyor ve ücretler dengeye gelmiyor. Yabancı ülkelerde olduğu gibi “18 yaşına gelen çocuğu evden dışarı atalım” demiyorum ama bizde de 40 yaşında ana baba parası yiyen ücret ve iş beğenmeyen çocuklarımız da olmasın. Orta bir yol bulmak gerekli.  Yoksa mühendisten daha fazla kazanan teknisyenleri, “garsonluk, çobanlık yapmam, sanayide çalışmam, şu kadar ücretin altında çalışmam” deyip evde yan gelip yatan gençleri daha çok görürüz.

Prof. Dr. Serkan DİLEK

Kastamonu Üniversitesi