Bir konuyu yazmaya başladık mı önce konuyla ilgili kelimelerin anlamlarını dile getirip konuyu öyle ele almaya çalışırız. Ancak "güven" kelimesinin konu olarak zihnimde belirlenmesiyle birlikte bir tanımlama yapmanın çok mümkün olmadığını gördüm. Çok çetrefilli bir konu. Çok hassas bir konu. Bir iki cümle ile tanımlanamaz düşüncesindeyim. Ben konuyu derinlemesine irdeledikten sonra güven duygusunun ne olup ne olmadığına siz karar verin, diye düşünüyorum.

Öncelikle güven duygusunun kişide üç şekilde bulunduğunu öncelikle söylemeliyim: 1- Kişinin kendine güvenmesi (Özgüven). Sanırım en önemlisi bu. Bunun olmadığı yerde diğer aşamalar olmayacaktır. Kişi kendinden bilir işi hesabı. Kişiliğini hırsızlık sarmış biri gördüğü her insanı hırsız zanneder. Kendine güveni olmayan birinden başkasına güvenmesini ve başkasına güven vermesini beklemeyiniz. 2- Kişinin başkalarına güven vermesi. Sözüne güvenilecek kişi olarak adlandırabiliriz. En çok esnaflıkta geçerli bir durum sanırım. Eşler arasında da en çok faydalanılan ve en çok da istismar edilen konudur sanırım. 3- Kişinin başkalarına güvenmesi. Bu da yine özgüveni olan kişilerin başkalarında görmek istediği durumlardır. Güven vermek kadar güvenmek de bir ihtiyaçtır. Kişi yanılmadığını görüp güven duygusunu sağlamlaştırmak ister.

Güven duygusu öncelikle kendiliğinden oluşan ve hiçbir müdahaleyi sevmeyen nazik, kırılgan ama çok güçlü bir duygudur. Öyle kırılgan ve öyle naziktir ki en küçük bir zarar gördüğünde kâinatın en iyi tamircisini bulsanız bile asla eski haline döndüremezsiniz. Öyle güçlüdür ki dünyayı karşısına aldırır size. Güvendiğiniz birine sahip olduğunuz her şeyinizi verdirir. Kimseyi kaybetmekten korkmazsınız. Herkese meydan okumaktan çekinmezsiniz. Filleri tekmelemekten imtina etmeyeceğiniz gibi karıncayı incitmekten de korkarsınız. Bütün bunları da sahip olduğunuz güven duygunuzla yaparsınız. Olduğunda olmayacak her şeyi oldurur yokluğunda ise olabilecek her şeyi durdurur.

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde fizyolojik ihtiyaçların hemen arkasından gelir güvenlik ihtiyacı. Kişi açlıktan ölmek üzereyse güvenlik ihtiyacını riske edebilir. Karnı doyan, lavabo ihtiyacını gideren her canlının arayacağı ilk duygudur güven duygusu. Güven duygusu örselenmiş bir kimseden yeme içme, tuvalete gitme işinin dışında çok güzel işler beklemeyin. Fizyolojik ihtiyaçların üstündeki duyguların gerçekleşmesi için güven duygusunun tatmin edilmesi gerekiyor. Söz gelimi bir işyerindesiniz, çalışma arkadaşlarınıza güvenmek istiyorsunuz. Arkadaşlarınız da size güvenmek istiyor. Çünkü güvensizliğin hâkim olduğu bir yerde iş birliği olmaz. Takım çalışması hiç olmaz. Başarı da olmaz, olursa da tesadüftür.

Kişisel ilişkilerde güven yoksa herkes kendi güvenli alanına çekilir. Açık vermek istemez. Özelini paylaşmaz. Dostluk kurulmaz. Kardeşlik olmaz. Paylaşmak olmaz. Kişi mümkün oldukça güçlü yanlarını ön plana çıkararak zayıf yanlarını örtbas etmenin derdine düşer.  Olacak her şey formal ilişkilerden ibarettir.

Konunun bilimsel alanlarına takılmadan günlük yaşantımızdan örneklerle ilerleyelim istiyorum. Güven duygusunu en yoğun yaşayan iki insan örneği verin desem vereceğimiz ilk örnek sanırım anne- çocuk ikilisidir. Çünkü o ikili arasında yaşanan gerçek bir güven duygusudur. Onun için anneler çocukları için kendisini hiç düşünmeden ateşe atarlar. Çünkü o ateşin içinde kurtarılmayı bekleyen evladı ona güveniyor ve anne de bunu biliyor. Benim en aciz kaldığım ve en çok etkilendiğim olumsuz duygu durumu "İsteyerek ya da istemeyerek bana olan güveni boşa çıkartma korkumdur. Günümüz insanının en büyük paradoksudur güven duygusu karşısında ne yapıp ne yapmayacağı. İnsanların günümüzde hırsızlık, dolandırma ve kandırma gibi en kötü ve en çirkin eylemlerini nasıl gerçekleştirdiklerine bir bakın, nasıl yapıyorlar? En büyük dolandırıcılıklar güven duygusunun en çok hâkim kılındığı alanlarda yapılmıyor mu? Çünkü insanların vicdanları üzerinden sömürülmeleri ve kandırılmaları daha kolaydır. Tabii, bu arada çöpe atılan da güven duygusu oluyor.

Kendime dert edindiğim konu şudur: İnsanlara yardım etme konusunda güvenip güvenmeme arasında kalma durumumdur. Birçoğunuzun benzerlerini yaşamış olabileceği bir iki anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.   İlk çocuğum oldu. Erzurum’da çalışıyorum. Biraz sorunlu bir doğum ve hastane süreci sonrası eve geldik ve ben dışarı çıkayım, biraz hava alayım dedim. Hava da ne hava! O zamanlar eksi 15-20 dereceleri yaşıyoruz Erzurum’da. Evden çıktım, az ileride karşıma düzgün giyimli bir bey geldi ve " Kardeşim özür dilerim, bir haftadır hastanede hastam var, cebimde param kalmadı, dünden beri hiçbir şey yemedim. Bana bir ekmek parası verir misin?” dedi. Ben önce adamın görüntüsüne baktım, dilenciye benzemiyor, hikâye inandırıcı... Ben de yeni çocuğum olmuş, hastanelerde baya çekmişim. Kısaca değişik duygular içindeyim. Dedim ki gerçekten aç mısın? Adam başladı yemin etmeye falan. Tuttum adamın kolundan, biraz ileride dönerciye…Tam lokantaya girmek üzereydik, adam ayak diremeye başladı. Yok, kardeşim bu kadar masrafa girme, bana bir ekmek parası yeter falan... Ben de bir sürü düşünce gelgitleri başladı ve adamın kolunu biraz da sıkarak restoranın içine kadar çektim. Niyetim hesabını ödeyip bırakıp gitmekti ama öyle yapmadım. Restoran sahibine “Bu arkadaşa bir buçuk bana da bir iskender yap, arkadaşla bahse girdik yiyebilirse hesabı ben ödeyeceğim, yiyemezse hesabı arkadaş ödeyecek ustam.”  dedim.  Adamı derin bir düşünce sardı, ben ne yaptım der gibi. Tabii tok karna bir buçuk iskender yemek çok kolay değildi. Yarısında kalkmak istedi mümkün değil bırakmam dedim. Kararlı olduğumu görünce yedi ve şişti baya. Umarım ders olmuştur.

Yine şehirlerarası kendi aracımla yolculuk yapıyorum. Yolun sağında eski bir kartal taksi , elinden tuttuğu altı yedi yaşlarında bir kız çocuğu adam neredeyse kendini benim arabanın önüne atacak. Durdum. “Kardeşim cebimde hiç param kalmadı, arabamın yakıtı da kalmadı , bana 20 lira ver, az geride benzinlik var, ben oradan benzin alır gelirim.” dedi. Hikâye iyi düşünülmüş. Verdim 20 lirayı, zihnimdeki soru işaretiyle yoluma devam ettim. Yaklaşık bir hafta sonra o yoldan geri dönüyorum. Bu sefer benim geliş yönümde ama baya farklı bir yer tercih etmiş. Yaklaştım. Durdum. O beni hatırlamadı. Hikâye aynı. Ben cebimden 50 lira çıkardım. Adama hızlı bir şekilde “Abi ben sana 20 vereceğim ama -elimdeki 50 lirayı da göstererek- senin bana 30 vermen lazım.” dedim. Adam hemen bir tomar bozuk parayı cebinden çıkardı ve bana 30 lirayı uzattı. Tam parayı çıkarırken uyanır gibi oldu ama geri vites yapamadı. Aldığım gibi otuzu, camı biraz yükselttim. Adama dedim ki : “ Bu yirmi bir hafta önce sana verdiğim paraydı Bu on lira da bir haftalık faizi.” Bastım gaza, uzaklaştım.

Tüm bu yaşanılan olumsuzluklara rağmen insan içindeki güven verme ve güven duyma isteğini yok edemiyor. Çünkü bu bir ihtiyaç. Yokluğunda doğrudan kişilik zarar görür ve insan kendini eksik hisseder. Mutlu olamaz ve mutlu edemez. Kısaca kendini gerçekleştiremez.

                                                                                              Kadir ARMAN