Cebrail Keles Bizim Memleketten Efsaneler (1)

Ağlı/ Gökgöze Şelaleleri/Ağlayan gelin kayası

Hobusunu bekleyen Kayalar

27 Şubat Salı günü Ağlı bazarındayım.
Hava sıcak bir bahar ayından emanet alınmış gibi. Gün gören yerlerde kimse yok gölgelere çekilmiş bazarcılar. Bu nasıl bir şey yahu. Burası Ağlı. Normalde şimdi kızılca elma, fırıncık, satı köy civarında 2 metre karla mücadele yapan ekiplerin yanında olmam lazımken gölgelik arıyorum.

Çakıroğlu lokantasının duvarında hala asılı olan 2010 yılında Kastamonu Gazetesindeki yazımda üç mevsimlik ilçemiz diye yazmıştım. Bunu güncelliyorum çünkü sayı ikiye düştü artık.

Yaz ve kış.

Nasıl demeyim ki; Sabah sobayı yaktırıp, arabanın camındaki buzları temizlettiriyor, öğlen klimayı açtırıyor bu küresel ısınma.

Dedik ya Ağlı bazarına inmişiz bir bakalım eş dost kimler var.

Seferoğulları kahvesinin önünde bir parklık yer bulunca daldım içeri. Daha bahçeye geçmeden,

Oooo şefim hoş geldin hele otur diye bir tanıdık ses geldi ilk masadan.

Eski Belediye Başkanımız Muharrem Dinç, İGM üyesi Harun Şahin oturmuş sohbet ediyorlar. Hemen yanlarında Muharrem Köse hocam ve köyden kentten tanıdıklar toplanmışlar.

Cebrail Keles Bizim Memleketten Efsaneler (3)

Gelsin çaylar, koyulaşsın sohbetler derken laf lafı açıyor. Dereden tepeden eskiden yeniden konuşuyoruz.

Muharrem Başkanımızla ilk olarak 2010 yılında Selmanlı Mahallesi, Ören küme evlerinde bir şelaleye gitmiştik. Akıyor mu acaba dedim.

-Nerdeee şefim, kar yok ki su olsun dedi.

Yine de öğrenelim bakalım diyerek bir yeri aradı.

Aldığı cevabı bize aktardı, su yok deyince üzülmedim desem yalan olur.

Cebrail Keles Bizim Memleketten Efsaneler (2)

Gökgöze şelalesi, Ağlayan Gelin Kayası,

Yıllar önce buraya ilk geldiğimde bahar ayının son günleriydi sanırım. Güzel bir yeşillik vardı. O zamanlarda bu kayanın şekline bakarak kısa bir öykü yazmıştım.

Bir zamanlar bu yörede gök gözlü çok güzel yüzlü bir kız yaşarmış.

Küçücük bahçeleri, iki üç hayvanı ile kayalıkların tepesinde sadece rüzgârların arkadaşlık ettiği kulübelerinde yaşarlarmış.

Sevdiğiyle yaşadığı bu kayalıklara,

Derken savaş çıkmış, sevdiceğini de çağırmışlar ve bir sabah o kayalıklardan yolculadığı sevdiceği bir daha gelmemek üzere gitmiş. Geride ise, Kayalıkların tepesindeki evinde yalnız ve Gökgözünden her zaman yaş akan bir gelin kalmış.

Aradan bir zaman geçince unutulmuş savaşa gidip de gelmeyen. Genç ve güzel geline talip olanlar pek birçokmuş.

Ama o;

-Ölürüm de kimseye varmam diye direttikçe bir bir vazgeçmişler.

Fakat biri vazgeçmemiş, nasıl olsa evlenince unutur demiş.

Gökgözlü gelinin gözyaşlarına kimse aldırmamış, ölürüm de varmam sözüne kimse inanmamış.

Gökgözlü Gelin, yakın bir köye doğru yola çıkan at arabasının arkasında “gelin” giderken kayalıkların tepesindeki evini görmüş.

Yaklaşınca kayalıklara birden arabadan inmiş, kimse ne olduğunu anlayamadan,

Bırakmış kendini o çok sevdiği kayalıklardan aşağı.

Gökgözlü Gelinin kendini bıraktığı kayalıklardan bir müddet sonra iki yerden incecik bir su çıkmaya başlamış.

Gözyaşı gibi.

Şimdi yatan bir geline benzeyen koca bir kayanın altından nereden geldiği bilinmeyen iki su akıyor.

Gök renkli su akıyor o kayaların altından.

Bir gelin gibi yavaş yavaş nazlı nazlı akıyor.

Fotoğrafçılar, doğa yürüyüşçüleri, adrenalin tutkunları Ağlı’ya gelince bu Ağlayan Gelin Kayasını görmeden geçmeyin.

Hem eşsiz bir doğayı, eski su değirmenini, meyve bahçelerini, eski evleri göreceksiniz, hem çok otantik bir hikâye dinleyeceksiniz.

Kim mi anlatacak.

Kayaların altından akan suyun sesini duymaya çalışın bakın ne diyor.

Ama kulağınızla değil yüreğinizle dinleyin. Gerçekten yüreğinizle dinlerseniz eğer;

Bir gelin ağıdını duyabilirsiniz.

Hobusunu bekleyen Kayalar...

Ağlı’da Ören küme evleri mahallesinde vadiyi ortadan ikiye yaran dimdik bir mini kanyon var. Gök renkli suların altından, üstünden aktığı yalçın kayalıklarda bir çıkıntı var. Ulu kayaların yücelerinde kimsenin dikkatini çekmediği bir mağara. Kimse buraya ulaşamasa da yine de birileri burayı yurt vatan ev edinmiş. Getirdiği dallarla girişte çok güzel bir yuva yapmış.

Eskilerin dilinden düşürmediği bir efsane kuş, o efsane şelalenin üstünde yaşıyor. Adı bizde hobu ama ona bilim insanları Mısır akbabası (Neopronpercnopterus) (Küçük Akbaba) diyorlar.

 Atmacagiller (Accipitridae) familyasından Neophron cinsinin tek türü olan Türkiye ve Avrupa'daki en küçük akbabadır. 60-70 cm boyunda, 155-180 cm kanat açıklığındadır.

Küçük akbaba olarak da bilinen kuş türü iucn'nin hazırladığı kırmızı liste'de(redlist) en(endangered) kategorisindedir. Yani tehlike altındadır.

Eski Mısır’da kutsal kabul edildiği için “Mısır akbabası” olarak da anılmış.

Şimdilerde ortalıkta gözükmüyor.

Hobular tek eşli hayvanlar. Yani bu kayalıklarda yaşayan o hobu çiftinden birine zarar gelirse diğeri de ölene kadar tek yaşayacak ve bir daha o kayalıklardan özgürce kanat çırpacak kimse kalmayacak.

Mustafa Kaleli ile şelale yollarında.

Ören köylü Mustafa Kaleli ile şelale yolundayız. Yanımızda Muharrem Köse hocam da var. Bir değirmen yanından geçerken işte asıl siyez bulguru bu değirmende yapılır. Bu suyla çalışır, değirmen taşı siyezi yakmaz, zarar vermez organikliğini bozmaz. Ama 30 yıldır bu değirmen dönmedi. Göç ettik büyükşehre. Kimseler kalmadı buralarda. Yıllar geçince ata toprağı, baba ocağı çekti bizi. Duramadım oralarda, hiç değilse yazlar olsun, arada bir gelip ocağı tüttürmek, sahip çıkmak gerekir deyip düştük yine yollara.

Daha anlatacak çok şeyi var belliydi.

Ama şelale yanına vardığımızda kocaman bir söğüt ağacını gösteriyor, Mucizelere inanır mısın diye soruyor?

Bu söğüdü budarken en tepesinden yere düştüm. Gösterdiği yer kayalık taşlık bir zemin. Oldukça da yüksek bir ağaç, gerçekten hiçbir şey olmaması bir mucize gibi bir şeydi.
Allahın bir lütfü bir şey olmadı. Şükürler olsun hatta kardeşim beni yerde gördüğünde nasıl indin aşağı diye çok şaşırdı,

Şelalenin önündeki kayaya oturduk. Sırtımızı suya verip hem konuşup hem fotoğraf çektik.

 Küresel ısınmadan Mustafa amcam da dertli, şelale artık sadece kayanın altından akıyor. Bu suyun sesinden evde durulmazdı şimdi hiç akmıyor sayılır diyor.

Ben elimde tele objektifle kayaları tarıyorum Hobu’dan bir iz arıyorum.

Şimdilerde onlarda görünmez oldu.

Belki martın sonunda kara leyleklerle birlikte gelirler.

Belli olmaz

Gelirlerse ararım seni diyor.

Efsanelerle dolu bir yer Ören köyü kayalıkları.

Burası hakikaten bir efsaneler mekânı.

İlk efsane, hemen yakınındaki tarlada son dönemin en önemli arkeolojik buluntusu olan efsanevi Roma lahti bulundu,

Çifte akan şelale başlı başına bir efsane zaten,

Şelaleyi yurt edinen Hobu, Mısır Akbabası tüm kültürlerde bir efsane kutsal bir kuş sayılıyor.

Mustafa Amcamla değirmen başında su kenarında oturup sohbet ederseniz onun da ilginç hayat öyküsüyle kendi başına bir efsane olduğunu anlarsınız.

Bir de Balıkçı şef var tabi ki.

Ama o efsane değil o sadece bir nakliyeci, bir köprü, anlatıcı, bu şehri çok sevmesine sebep olanların hikâyelerini anlatan bir garip gezgin.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir ‘de; "Bir şehri sevmek, aşka sebep aramaktır." der.

Bir şehri sevdiren dağ, taş, toprak değil, o şehirde yaşayan insandır.

...

Cebrail Keleş- Balıkçı Şef
27 Şubat 2024 Ağlı