Küresel Denge ve Jeopolitik Konum

Küresel güç dengelerinin hızla değiştiği günümüz dünyasında, Türkiye jeopolitik konumu itibarıyla yeniden tanımlanan uluslararası rekabetin tam merkezinde yer almaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönemde tek kutuplu bir düzen kurma iddiasıyla hareket eden Atlantik ekseni, bugün hem askeri hem siyasi bakımdan çözülme sürecine girmiştir. Buna karşın ABD öncülüğünde şekillenen bu yapı, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve bazı Avrupa ülkeleriyle birlikte Türkiye’yi çevrelemeye yönelik hamlelerini artırmaktadır. Özellikle Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da yürütülen askeri yığınaklar, Türkiye’nin güvenliğini doğrudan hedef almaktadır. İsrail’in Filistin’e yönelik vahşi saldırıları ve Rum yönetiminin milyarlarca dolarlık silahlanma politikası, bölgeyi istikrarsızlaştıran başlıca unsurlardır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar’ın da belirttiği üzere, Kıbrıs’ın güneyi artık bölge dışı aktörlerin ileri karakolu hâline gelmiştir. Bu kuşatma ortamında Türkiye, tarih boyunca olduğu gibi bugün de tehditleri fırsata dönüştürebilecek stratejik akla ve siyasi iradeye sahiptir. Ancak bu potansiyelin etkin biçimde değerlendirilebilmesi, doğru ittifakların kurulmasıyla mümkündür.

Türkiye-Rusya-Çin (TRÇ) Ekseni

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin 18 Eylül 2025’te dile getirdiği “TRÇ İttifakı” çağrısı, yalnızca taktiksel bir öneri değil; Türkiye’nin geleceğini şekillendirebilecek jeopolitik bir vizyonun ifadesidir. Sayın Bahçeli, bu ittifakın NATO yükümlülükleriyle çelişmeyen sivil-ekonomik bir yapı üzerine inşa edilmesinin uygun olacağını vurgulamış ve ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı Türkiye, Rusya ve Çin’in işbirliğinin alternatif bir güç merkezi oluşturabileceğini belirtmiştir. Bu vizyon, Batı’yla köprüleri atmayı değil, Türkiye’nin çok kutuplu dünya düzeninde dengeleyici, bağımsız ve üretim temelli bir güç merkezi olmasını öngörmektedir. Rusya ve Çin, günümüzde Avrasya kıtasının iki ana eksenini temsil etmektedir. Rusya enerji, savunma sanayii ve jeopolitik denge alanlarında; Çin ise teknoloji, finans ve üretim kapasitesiyle küresel sistemde belirleyici bir rol üstlenmiştir. Türkiye, bu iki ülkeyle geliştireceği stratejik işbirliği sayesinde savunma sanayinde dışa bağımlılığını azaltabilir, enerji arz güvenliğini çeşitlendirebilir, Asya pazarlarına güçlü bir biçimde açılabilir. Böyle bir yönelim, yalnızca ekonomik ya da askeri bir tercih değil; Türkiye’nin bağımsız kalkınma modeli açısından da zorunluluktur.

Yeni Politika ve Strateji: Avrasya Perspektifi

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye, son yıllarda denge politikasını sürdürmeye çalışmış; Kafkaslarda tansiyonu düşürmüş, Türk dünyası birliği fikrinin uygulamaya geçmesine hamilik etmiş, hem NATO içinde yer almış hem de Rusya, Çin, Azerbaycan, Katar, Pakistan gibi ülkelerle yakın ilişkiler tesis etmiştir. Aynı zamanda Balkanlar’da barış ve istikrarı destekleyen girişimleriyle bölgesel nüfuzunu artırmış, ekonomik ve kültürel işbirlikleriyle etki alanını genişletmiştir. Orta Asya ve Türk dünyasında ise hem tarihî bağlara hem de enerji, ticaret ve savunma alanlarındaki stratejik işbirliklerine dayalı akılcı politikalar izleyerek Türkiye’yi bölgesel bir lider konumuna taşımıştır.

Ancak günümüz koşullarında bu denge, küresel kırılmalar ve ABD-Avrupa merkezli baskılar karşısında daha kararlı bir zemine oturtulmak zorundadır. Çünkü Batı ittifakı içindeki çelişkiler, Türkiye’nin güvenlik çıkarlarıyla giderek daha fazla çatışmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin yeni yüzyılında izlemesi gereken yol, Avrasya merkezli çok boyutlu diplomasi olmalıdır. Bu yaklaşım, Batı’yla kopuş değil; Türkiye’nin kendi eksenini kurma sürecidir. NATO üyesi kalmakla birlikte, Rusya ve Çin’le enerji, savunma teknolojileri, finans ve ticaret alanlarında ortaklıklar kurmak, Türkiye’nin stratejik özerkliğini güçlendirecek, Balkanlar ve Türk dünyasındaki etkisini ve stratejik özerkliğini kalıcı hâle getirecektir.

Milli Birlik ve Devlet Aklı

Dış politikada en büyük tehlike, yönsüzlük ve içerde kutuplaşmadır. Türkiye’nin beka meselesi, devletin tüm kurumlarıyla ortak bir stratejik vizyon benimsemesini zorunlu kılmaktadır. Bu noktada Sayın Bahçeli’nin çağrısı, yalnızca dış politik bir öneri değil; millî bir yön tayinidir. Türkiye artık ne tamamen Batı ekseninde kalabilir, ne de tek taraflı bir dış politika anlayışını sürdürebilir. Yeni dönemde ülkenin rotası, milli egemenlik, üretim gücü, savunma bağımsızlığı ve bölgesel dayanışma ilkeleri üzerine kurulmalıdır. Bu çerçevede Avrasya ittifakı; Türkiye’nin kendi kaderini belirleme iradesinin bir tezahürüdür.

Kendi Rotasını Belirleyen Türkiye

Sonuç olarak, ABD ve İsrail merkezli saldırgan politikalar yalnızca Türkiye’yi değil, tüm Avrasya coğrafyasını hedef almaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin güvenliği, artık yalnızca savunma refleksiyle değil; akılcı ittifaklar, üretim temelli kalkınma ve stratejik öngörüyle korunabilir. Türkiye, Atlantik ile Avrasya arasında sıkışmak zorunda değildir. Aksine, bu iki ekseni dengeleyen, kendi karar merkezini oluşturan bağımsız bir güç odağı hâline gelmek zorundadır. Türkiye–Rusya–Çin ekseninde inşa edilecek yeni stratejik işbirliği; yalnızca bölgesel güvenliğin değil, küresel adaletin de teminatı olacaktır. Bu süreçte en büyük sorumluluk, içerde millî birlik, dışarıda ise kararlı bir devlet aklı sergilemektir. Çünkü yönsüz bir dış politika, kutuplaşmış bir iç siyasetle birleştiğinde, devletin gücü dağılır. Oysa Türkiye, asırlardır bu coğrafyanın denge unsuru, vicdan sesi ve istikrar direği olmuştur. Bugün de aynı irade geçerlidir. Bu topraklarda kaderimizi başkaları değil, biz yazacağız. Ve unutulmamalıdır: Türkiye son kaledir, ilk umuttur; hem geçmişin emaneti hem geleceğin teminatıdır. Gerçekten de başka Türkiye yoktur.