“Yaşamsal ihtiyaç” olmanın evvelinde “yaşamsal hak” olarak görmekle başlıyor olsa gerek suya ilişkin doğru görüş açısı, ihtiyaç “para” üzerinden işlem görür ve “alınır-satılır”, hak ise “piyasa” nesnesi değildir…
Yerel yönetimlerin su politikalarını “hak” üzerinden oluşturmaları “medeniyet” gereğidir.
Hele ki konutlarında su kullanan tüm vatandaşları ekonomik ve sosyal özelliklerini dikkate almadan aynı deste içinde değerlendirmenin “medeni yerel yönetim anlayışı” içinde hiç ama hiç yeri yok…
“Topyekuncu tarife” anlayışının tasnif dosyası “arkaik yerel yönetim anlayışı” olsa gerek.
“Temiz içme suyuna ulaşım / su tarifesi / atık su tarifesi” düzlemini topyekuncu yaklaşımla “konut” üzerinden tarifeye dökmek “eşitlik” getirir ama “adalet” getirmez…
Varsıl ile yoksulu aynı matematik formülünde işleme sokmak ne demokratik ne insani ne de çağcıl.


Villa ile gecekondunun içme suyu tarifesi aynı çarpana dair olabilir mi?...
Malikane ile müştemilat aynı fiyat üzerinden hesap edilir mi?
Aynı şekilde içme suyu hattı yapımında öncelik dar gelirli yurttaşların mahalleri mi olmalı yoksa “mutena” semtler mi?...
Varsılın suya ulaşımı her halükarda daha kolay değil midir?
“Atıksu bedeli” keza…
Varsıl ile yoksul arasında “ayraç” yok mu?
Yerel yönetim zihniyeti “halkçı, toplumcu, sosyal, sosyalist…” yahut “liberal, neo-kapitalist…” misali iki ayrı cephe üzerinden tasnif ediliyor genel olarak…
“Ortak küme” yok mu elbette var, “su” mevzusu hem perakende hem de ortak küme tarafında henüz tam anlamıyla çözülememiş bir mevzu, halkın belediye yönetiminin “doğrudan” bileşeni olması halinde belki belki.
(Dünyanın farklı şehirlerinde elbette “liberal belediyecilik…” sarmalının dışına çıkabilmiş örnekler var…
Zaman zaman ülkemizde de neo-kapitalizme meydan okumaya “cüret eden” “halkçı…” örneklere rastlanıyor.
Tüm mesele “yerel yönetimin öncelediği kesim” ne?…
“İçme suyu / kanalizasyon” misali altyapı yatırımlarından tutun da “kültür / eğitim” gibi üstyapı yatırımlarına kadar yerel yönetimin ilk hizmet durağı neresi?
“Yerel yönetim” kapsamı içine belediyeler yanı sıra il özel idareleri ve hatta muhtarlıklar da giriyor…
Ancak “su” denilince akla evvela “belediye” geliyor ister istemez, oysa Kastamonu’da il özel idaresinin su ile hemhal olma seviyesi belediyelerin çok üstünde misal, keza kanalizasyon ve atık konusunda da.
“Katılımcı Bütçe” ile büyük sükse yapan 1990’ların Porto Alegre (Brezilya) belediyeciliğini 2010’lu yıllar çevresinde epey örnek vermişliğim oldu Kastamonu yerel yönetim çevrelerine…
Kimse tınmadı haliyle.
“Kuzey Avrupa” belediyeciliğini de…
Kimse okumadı.
Eski köye yeni adet getirmenin alemi yok!…
Oysa eski köyün adetleri içinde de medeni belediyecilik kökleri fazlasıyla mevcut görebilene-okuyana-isteyene.
Günümüzde “halkçı” olduğunu iddia eden kimi belediyeler “şeffaf” bütçe” söylemi ile demokrasi terazisine çıkıyorlar…
Belediye bütçesini “hane-sokak-mahalle” silsilesinden başlamak üzere şehrin bütünü ile yapmadıktan, belediye meclisi dahi bihaber kaldıktan, yönetim kadrosu tarafından kaleme alındıktan sonra “şeffaf” olsa ne olmasa ne?
İçme suyunu nüfusuna bakmadan dar gelirli sokaklara öncelikle götürmeyi ve düşük gelire sahip hanelerin su tarifelerini düşük tutmayı kullandıkları su miktarına bakmadan amentü eden belediye var mı?…
Tam anlamıyla birkaç belediye çıkar veya çıkmaz ülkemizde.
Bazı belediyelerin uyguladıkları kullanım miktarını baz alan “kademeli su tarifesi” de asla “halkçı” değil...
İlerici bir tarafı da yok ayrıca.
“Atık su” tarifesi de düşük gelirliden yüksek gelire doğru artarak sürmeli…
Zor mu?)
(Kamu yöneticileri halkın temiz suya “gerekli” miktarda ve “ücretsiz” olarak ulaşmasını sağlamakla yükümlü müdür?...
Yazılı kurallarda olmasa da “yazılı olmayan kural” olsa gerek bu yükümlülük.

Kastamonu’daki yerel yönetimlerin “Sürdürülebilir Su Yönetimi” politikasının olmasını beklemek yurttaşlık hakkı olsa gerek…
Sadece “içme suyu-kanalizasyon-atıksu” değil, suyun kapsamına girdiği “çevre, iklim, tarım, gıda, toprak” üzerine politikalarını oluşturmaları ve bunu bilim rehberliğinde şehrin tüm paydaş kurumları ile yapmaları lazım.

Su yönetimi boru döşemenin, “tarife” yayımlamanın, tahsilatın ötesinde…
“Multidisipliner” bir konu çünkü.)
(Bir de “Sanal Su” ve “Su Ayak İzi” kavramları var suya dair…
Yerel yönetimleri “sürdürülebilir su politikası” oluştururken göz önüne almaları gereken iki kavram.
Dünyadaki suyun yüzde 70’ini kullanan tarım ile yüzde 20’sini kullanan sanayi sektörlerinin günlük hayata etkisini “sanal su” kavramı üzerinden anlıyoruz…
Türkiye’nin 2019 yılı kişi başı günlük “içme ve kullanma su” tüketimi “224” litreyken “sanal su” dikkate alınarak yapılan hesaplamalarda bu miktar “5 bin 616” litre.
“Su ayak izi” kavramı ise kendi içinde “mavi, yeşil ve gri su ayak izi” olarak ayrıntılanıyor…
Herkes su ayak izini ölçtürse mi ne?)