“Her şeyden ümidimi keserim, Anadolu halkından ümidimi kesmem” sözleriyle sırtını bizatihi yasladığı kadim toprakların ücra diyarı Kastamonu’dan rahmet yağsın ebedi alemdeki istirahatgahına…

Daim (u)mutlu olması için ömrünce yana yana şems olduğu nice Kastamonuları bağrında barındıran aziz vatan; evladını yitirmiş olduğu için bugün dilhun ama asla ve kat’a umutsuz değil.

Söz(ünü) düşürmeyeceğiz zerre-i miskal…

Söz(ü) bu vatan toprağının kara bağrında sıradağlar gibi duracak.

“Bu vatan kimin?” sorusunun cevabını “Tutuşup kül olan ocaklarından / Şahlanıp köpüren ırmaklarından / Hudutlarda gaza bayraklarından / Alnına ışıklar vuranlarındır…” mısralarının edibi Kastamonulu Orhan Şaik Gökyay’dan “duyduk” ilk mektep yıllarımızda…

Trabzonlu Nihat Genç’in seması ile “gördük” delikanlılığımızda.

Döne döne yanmak neymiş?...

Göre göre yandık.

“Okumak” eyleminin “kağıt-göz-zihin” düzleminde yürüdüğünü sanırdım “Nihat Genç” kitaplarını okuyana kadar…

Meğer gönülden gönle bir yol varmış.

Nihat Genç’in kelimelerini okumak için retinanıza değil gönül gözünüze güvenin…

Gönlü manda gönünden olanlar ise aman ha hiç kalkışmasınlar; “kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar, gözleri vardır ama onlarla göremezler, kulakları vardır ama onlarla işitemezler.”

Vatanın tek çakıl taşı, tek söğüt yaprağı, tek yoğurt damlası için serden geçmeye var mısın arkadaş?...

Yoksan; yoksun.

Kelimeleri geometrik basmakalıp olmaktan çıkardı Nihat Genç, “A” harfi misal, dikey yönde ilerleyen doğruların tam ortadan simetrik bir doğru tarafından kesilmesiyle nihayetlenmediğinin farkına vardık sayesinde…

A’dan Allah’a, aşka ve ahdetmeye erdik, testimizin aldığı kadarıyla “az gittik uz gittik” ama “hamdık, piştik, yandık”.

“Yangın yeri” yazıları ardında kül bırakmadı; insanı, börtü böceği, emek ve imece mahsulü kültürü özgür, ferah ve mutlu kılmaya parlayacak civek kelimeler ocakta baki ve tutuşmak için hazır kıta...

İşbu sebepledir ki Nihat Genç’in her harfi vatanperverliğin asil fitilini hep beraberinde tutar.

Müdavimi olduğum televizyon programlarından birini pür dikkat izlerken “Dolukan adamı mı seyrediyorsun yine?” diye sormuştu annem…

Yüzündeki cesur bir kasılma ile yalan dünyanın yekun kötülerine son darbeyi indiriyordu Nihat Genç.

“Sözün bittiği yer” orası, celal ile cesaretin omuz omuza verdiği, “Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” emri üzerine mevziden gözü kara çıkarken yalnız kaldığını görmenin kederiyle yakmak tüm köprüleri…

Vecde ermek.

Öncesinde hiddetiyle yumruğunu vura vura dümdüz ettiği masaya yığılıvereceğinden korkardım her defasında…

Harp meydanında yalınkılıç yürüyordu düpedüz.

Her ne olursa olsun sükut etmedi…

İnziva nedir bilmedi.

“Batının bombaları nereye düşüyorsa orası doğudur” tespiti ile…

Emperyalizmin yön tayinini değişmez yol bilgisi ile dünya sathında ortaya koydu.

Yazar “bağımsız” değilse memleketin bağımsız olamayacağı amentüsü olduğu için (“amiyane” demeyeyim de “yazar-fayda” griftinin tam da ifadesi olan tabirle) “kimsenin adamı olmadı” ömrünce…

Az sayıdaki düşün insanının kapısından girdiği “bağlantısızlar paktı” üyesi oldu.

Ortodoks sosyalistleri Muhyiddin İbn Arabi’nin tesiri altına sokacak kadar “bilgin” cümleler kurmakta mahirdi, Hallac’ı Mansur’a meftun eyledi nice materyalist okurunu, Karacaoğlan türküsüne mail ettirdi Mozart müptelalarını…

“Kökü Anadolu’da, dalları dünyada” olmaktı bu.

“Yurtsever” ve aynı zamanda “dünya vatandaşı” olmanın hamurunu maharetle kardı…

“Anadolu irfanı” ile mayaladı.

“Tekamül” ister o hamurdan nasiplenebilmek…

O nedenle her kulun payına düşmez.

“Neyin kulusun?”…

Paranın, mevki ve makamın, tükenmez hırsın mı?

Dağlarımızdaki, ovalarımızdaki, yaylalarımızdaki ve hatta balkonumuzdaki saksıya diktiğimiz çiçeklerin ismini ve özlerini Nihat Genç’in kitaplarından öğrendik…

Kokladığımızı tanımadığımız bir bahçenin bağbanı olamayacağımızın kemaline erdik.

“Kökler her şeyimizdir” sözünün izdüşümüydü bu…

Saksıdaki çiçeğin ismine vakıf olmak da, ağacı yol eyleyen envai karıncanın türünü öğrenmek de, rüzgarların esiş yönünü ve vaktini bilmek de insanı vatan toprağına bağlayan “kök”.

Kökü yaşatmak ve gürleştirmek için gerekli levazım kollarından biri edebiyattır, edebi metinleri güçlü ve gündemde olmayan toplumları yerle yeksan etmek için ne topa ne tüfeğe gerek var, “kelime” yeter de artar…

Nihat Genç’in kitapları, dergi yazıları ve televizyon programları vatan savunmasında “ağır silah” görevi görüyor.

Elbette bir “reflekstir” vatan sevgisi, “okuyarak” bilince dönüşür, çelikleşir…

Nihat Genç çeliğe su verdi.

Yıllar yıllar önce Ankara Kızılay’da bir iş hanının üst katlarından birindeki spor adamları lokaline çıkarken kalbimin “güm-güm” vuruşu hala hatıramda, kitaplarını kucak kucak bana hediye eden ve üzerine saatler süren münazaralarda bulunduğumuz Burak İzbeli sayesinde huzura ermiştim o gün, yan bir masada çay ikram etti kısa bir sohbet eşliğinde Nihat Genç…

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Kastamonu ziyaretindeki sözleriyle karşılık verebileydim keşke elini uzattığında veda için: “Fakat emin olun ki size veda için elimi uzattığım zaman bu sizden uzaklaşmak için değil sizinle temasımı bütün ömrümde hissetmek içindir.”

Yakın zamanda Kastamonu’da uzun uzun dinlemek şerefine müşerref olduk, “silah arkadaşları” ile bir otomobile dolup gelmişlerdi İzbeli Çiftliği’ne, “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik”…

O gün dev gibi nice orduları yendik ama biliyorduk ki bitmeyeceklerdi.

Şimdi “dolukma” sırası ben de, sen de, biz de…

Nihat Genç’in “Cumhuriyeti yaşatın” son sözü ilanihaye tek sözümüz olacak.

Şad olsun…

İlla, daim ve kaim bilincimizde.

Mustafa Afacan Köşe (7)-1