Son bir asırlık süreçte Kastamonu’nun “üretimci” zihinden sıdkını sıyırıp da cemi cümle mevcudiyeti ile “tüketimci” zihne intisap eylemesini terennüm ede ede ne düne ne de bugüne bir yararımız var muhakkak…
“Yarına ola” yegane derdimiz.
Kastamonu’nun evvel vaktinin sanayi ve ticaret kimliği bölgesel ve ulusal olmasının katbekat ötesinde “devletlerarası” bir hüviyete sahip…
Sanayi ve ticaretin ihracatı da kapsayan bir nüve olmaktan çıkıp da fidan haline geldiği bir ekosistem 1800’lerin ikinci yarısında Kastamonu.
175 sene evvel…
Hadi olsun 150.
Hatice Çopur’un https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2548223 “Arşiv Belgeleri Işığında İnebolu’nun 19. Yüzyıldaki Fiziksel Gelişimi” başlıklı makalesinden bir paragraf okuyalım ki yazının tamamını okumanızı öneririm…
”Ticari gelişmeler sonucunda Rusya, Fransa ve İtalya’daki bazı firmalar İnebolu’da ticari temsilcilikler ve acenteler kurmuşlardır. Ayrıca kentte İtalya ve Rusya’nın konsolos vekillikleri de İnebolu’da bulunmaktadır (Kırksekizoğlu ,1938: 20). İthalat-ihracat işlemlerinin sağlıklı yürütülebilmesi için İnebolu’da Osmanlı Devleti’nin tek ilçe Gümrük Müdürlüğü (1875) ve ilk beş odasından biri olan Ticaret ve Ziraat Loncası (1881) kurulmuştur (Tunoğlu, 2003: 301).”
Nereden nereye İnebolu ve Kastamonu?...
Günümüzde geçim için “devlet kapısı” ve sanayi için “dışarıdan yatırımcı bekleyen” Kastamonu hey gidi hey.
(Kastamonu’nun “üretimci” kimlikten soyunmasının elbette yegane sebebi değil farklı cephelerden envai sebep örgüsü var…
Ancak bir de “teslimiyet” var.
“Beyaz bayrak çekmek” var…
“Elleri ayaları karşıdan görünecek şekilde havaya kaldırmak” var.
İki torna tezgahını dahi gözü almamak var…
“Masabaşı” ruhu var.
Tarımda çiftçi kalmadı…
Şehirde “reel sektör” kalmadı.)
(Sene 1920’leri sonu…
“25 Haziran 1929” tarihli “Kastamonu” gazetesinden okuyoruz.

Cumhuriyet Caddesi’nde “tütün ve müskirat bayi” sahibi “Ahmet Hulusi” reklam vermiş Kastamonu gazetesine…
Gazete reklamı üzerinde müşteri portföyünü geliştirmeye yaptığı yatırıma şapka çıkarmak yanında yaptığı” kampanya” da takdire mazhar.

“Şafak Rakısı” alan müşterilerine “yüzde 5” tenzilat uyguluyor Ahmet Hulusi…
Tenzilatı görünür kılmayı da ihmal etmiyor, somut örnek veriyor, “bir kilo rakıda 4 kibrit ya da dört kahve parası” cepte kalıyor, yarım kilogram alana da 2 kibrit ve iki kahve formülü işliyor.
“İcap ederse”…
Tenzilatı katmerlemeye de meyilli.
Ahmet Hulusi’nin Şafak Rakısı’nda uyguladığı “kampanya” elbette ayakları yere basan ekonomik kurallar yanı sıra “milli” gerekçeye de dayanıyor…
“Şafak Rakısı” Kastamonu’da imal ediliyor çünkü.
“Yerli malı”…
Yerli müteşebbise destek olunmayacak da kime olunacak?
“Şafak Rakı Fabrikası” tam da o vakitlerde Araba Pazarı mevkiinde kuruldu “Mehmet Basri” tarafından…
Girişimciliğine, üretimci zihnine ve ticari zekasına yıldızlı takdir elbette Mehmet Basri’nin.
Fabrikanın kurulması ve hayata geçmesiyle “kaçak rakı” üretiminin de fiilen önüne geçilmiş oldu Kastamonu’da…
Ki çıkarılan yasa ile “resmi” olarak da yasaktı zaten kaçak müskirat imalatı ve satışı.

Hem vergiye kuvvet…
Hem de zehirlenmelere set.
Devrin Kastamonu gazetesi muhabirinin fabrikayı bizzat gezmesinin üzerinden kalem aldığı habere göre imalat son derece sıhhi ve mükemmel…
İmal edilen müskirat sadece Kastamonu pazarına değil; “Boyabat, Çankırı, Ilgaz” tarafına da “ihraç” ediliyordu.
Gazetede o kadar ayrıntılı anlatılmış ki imalat…
“El değmeden” üretim bandı var.
Mehmet Basri’nin ticari zekası zaten “pazarlama gurusu” boyutunda…
Tek marka ile yetinmeyip imalatını “Şafak, Ilgaz, Papağan” markaları ile ayrı ayrı rafa sunuyor.

Üç ayrı alkol derecesinde imal ettiği üç ayrı marka ile her damağa ve her keseye ayrı “seçenek”…
Bir asır önceden bahis ediyoruz dikkat edin.
Ana hammadde olarak kullandığı üzüm suması il dışındaki fabrikalardan tedarik…
Diğer tüm aksam Kastamonu’dan.
El değmeden…
Sıhhi.)
(“Kastamonu tarihi”…
Çeperinde dahi yarına ders.
Okuyana…
Anlayana.
Yazana…
Söyleyene.)