Şehrin kalbinin attığı “Münire Medresesi” yıllarıydı, sosyal hayatın farklı kompartımanlarından inmiş babayane eski tüfeklerin mülaki oldukları toplanma alanı olmuştu çay bahçesi, başlıca müzakere alanlarından biri elbette spordu…
Şehrin geçmişine dair mümeyyiz olmak gailesi ile bu kallavi ağabeylerin masalarının uç taburesine mütellim kadrosundan sıkışmak bile ne murattı.
Geri dönmüştü ekseriyeti, kimi vaktiyle gittikleri gurbetlerden kimi hayat gailesinin ikameti farklı sokaklardan, ne mi yollarını birleştirmişti?...
Elbette “futbol”.
“Kastamonuspor”…
Kastamonu kimliğinin 21’nci yüzyıla kala kala kalan tutkalı, çığlığı, görünür yüzü.
“Futbolun asla sadece futbol olmadığı” bahsinin kazananı olmuştu Kastamonu “artı-eksi 5” 2010’lu yıllarda, kendi mecrasının ötesindeki sosyal hayatın farklı koridorlarını kazı alanına çevirmişti futbol, şehrin hatta ilin tarihini yeniden okumanın/yazmanın/irdelemenin kapısını aralamıştı…
Pek az şehre nail olacak şekilde sosyal havuza su gelmişti mütenevvi derelerden, dağlardan, dağ gibi adamlardan.
Hayat üniversitesi doktoramı yaptığım akademi işte burasıydı…
Münire Medresesi’nde sabahtan akşama süren ve bir sonraki güne devrolan “dersler”.
Ne kadar çoktular…
Zamanla bir bir ters çevrilmeye başladıkça tabureler, Attila İlhan’ın mahur bestesi kaldı gidenlerin ardından geriye, “şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız.”
(“Yaşar Oktay” ile başladı her şey…
Çarşıya adım atmasıyla “müesses nizam” kurulmuş oldu.
“Alaylı filozof” Yaşar Oktay…
“Hayatı okumayı” öğretti bana madalyonun ters yüzünden, tümdengelimden, ayrıntıdan.
İsteyerek de kurmadı meclisini hani, bir masaya tek başına oturdu, çayını söyledi…
O tek ağacın etrafını orman sardı.
Dört kişilik kare masaların uç uca eklenmesiyle demiryoluna dönen oturum mimarisi ile amfiydi bir nevi…
“Çuf, çuf”, “şehre-devre” dair her dereden bükten geçen bir banliyö treniydi, tepesinden sigara dumanı salan.
Her “direk dibine bıraktım” cümlesine girerken evvela uzun boy sigarasını teller ve geçmiş diyarlardan kesesi açılmamış yeni bir hikaye getirmiş olmanın hak etmişliği duygusu ile seslenirdi İbrahim Halepli…
“Çay söyle Yaşar”.
Öğünler “susamsız simit-çay”…
Son zamanlarda susamlı simide de meyletmişti Yaşar Oktay, severdi çeşitliliği, demokrattı.)
(İbrahim Halepli’nin o “direk dibine bıraktım” cümlesi hiç eksik olmadı muhabbetlerde, döndürür dolaştırır o durağa park ederdi laf otobüsünü, bazen muhataplarından cevap beklemek için değil de yaptığının hayret katsayısını artırmak için soru cümlesi olarak tedavüle sokardı: “Direk dibine nasıl bıraktım ama?”…
Eminim ki direk dibine kimse İbrahim Halepli gibi bırakmadı ve bırakamaz da.
Gazi Stadı’ndaki bir maçta, Kastamonspor’un İkinci Lig’de olduğu 1960’ların sonu, İbrahim Halepli “stoper” oynuyor, İngiliz stoperleri de kim ola, ince-uzun ve sert, kornerlerde illa ki rakip kale önüne gidiyor, gitti gider bir maçın son anlarında füze gibi gelen topa yükseldiği gibi kafayı çakıyor…
Direk dibine bırakıyor ki kaleci feriştah olsa kaç yazar.
Kastamonuspor’un bu namlı stoperinin peşine ligin dişli kulüplerinin takılması vakit almıyor haliyle…
Nizalı bir Erzincanspor transferi olduğunu kaç defa anlattı, transfer olmuş da gitmemiş de, sözün özü vaktin iyi stoperlerinden biri olduğuydu.
Birinci Lig ayarında mıydı, “o ayardaydı” diyenler çok, nokta koydu ama futbola zamansız, “Futbolcu İbrahim Halepli” yerine “Devrimci İbrahim Halepli” ikame etti 70’li yıllarda, siyasetteki mevkii “oyun kurucu” idi…
Halkevi’ndeki bomba patlamasının ardından kardeşini toprağa verdi “Hakkı’lar ölmez” sloganları eşliğinde.
Zindana düştü…
İşkenceden geçti.)
(Kastamonuspor’un anahtarı valiliğe bırakılmıştı…
Kaderine terk edilmedi, kurulan yönetimde İbrahim Halepli de vardı, hem de üst düzey görevle, “futbol şube sorumlusu” gibi, Uzunyazı’daki TUREM tesislerinde kalıyordu takım, antrenmandan maçlara her yerde İbrahim Halepli vardı.
“Yerli çocuklar” ağırlık bir kadro kurulmuştu o sezon, “düşer” gözüyle başlanan sezonda 2’nci Lige çıkması “lobilerce” engellendi, hakkı yenildi apaçık…
İbrahim Halepli’nin söylemiyle “Onur ve azmin zaferiydi” o sezon.
Futbolun şehri tüm unsurlarıyla birleştirdiği yıllardı…
KSK’nin futbolun ötesinde önemsendiği, Kastamonu kimliğinin kırmızı-siyah dalgalandığı, yoluna kurban olunduğu vakitlerdi.
İbrahim Halepli o sezonun öznelerinden biriydi…
Emekçisiydi.)
(İbrahim Halepli geçtiğimiz Pazar günü ebedi dünyaya göç eyledi; rahmet olsun…
Acısı tatlısı, doğrusu eğrisi, eksisi artısı ile bir yaşam yaşadı.
1990’ların başından itibaren tanıdım için yaşadıklarını eleştirel gözle tartma imkanına sahibim…
Zor(lu) bir güzergahtı onunkisi.
Darılmıştı 10 yıl önce bana üstüne üstlük, “Çiçek çocuklar” yazılarımdan dolayı, senelerdir sıfır iletişim…
Olsun; hakkım helal olsun.)
