Kulağıma daim küpe bir lokomotif cümlenin birkaç aksamını modifiye ederek "Gazeteciler dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır, oysa sorun onu değiştirmektir" uyarlamam ile başlayacaktım söze lakin sözünü edeceğim kahramanımız sadece gazeteci değil...
Atbaşı "edebiyatçı, emekçi, spor adamı, sendikacı, dernekçi...", ezcümle halk denizinin içinde balık.

Kökü Kastamonu...
Dalları cümle dünya.

Halkın için'de...
Tümdengelişlerde de tümevarışlarda da tüm yolların halka çıktığı sabır/sevgi/sadakat taşı diyalektik yolculuğun yayası.

Daim toplumcu...
Baki gerçekçi.

Aynı kimlikli şablonu birbirine beş benzemez toplumsal yaşam alanlarına uygulamak zordur hele cılız cüsseli bir Anadolu kentinde...
"Toplumcu spor" yahut aynı kimyada "edebiyat" veya "sendika", ne bileyim "dernek" vesaire; nasıl becerdin usta cümlesini aynı hamur ve mayadan pişirmeyi?

Üstüne üstlük, yaşam telaşı varken bir de, "Bizim Murat" bir röportajdan aldığı pasajı paylaşmış bir yazısında ona dair, "Gazetecilik uğraşım nedeniyle zamanımın çoğunu sanat yönü olmayan yazılara ayırmak zorundayım. Anadolu'da gazetecilik, matbaacılık bambaşka bir şey... Müessesenin katipliği, muhasebesi, alacağı, vereceği, personel işleri, hatta tamirciliği sizin üzerinizdedir".

Yazımın girişindeki "meslek" ve "hasletler" bölümüne pasajın son cümlesindeki uğraşlarını da eklemek lazım zannımca...
Anadolu iklimini/coğrafyasını/kaderini tam da içinde yaşayan bir kentsoylu.

"Kentsoylu" ifadesini geçmişten gelen "aristokrat" bağı tarif için kullanmadım...
Kendinden sonrasına bıraktığı "soylu" kimlik mirasıdır kastım, ki o miras sadece kanbağı ile ailesine devrolmadı, kamu malıdır.

Bu "bivefa" şehre zikre dönüşen fikirleri ile kıymet katmaya iman etmiş cümle çocuklara da veraseti intikal etti...
Ben/sen/o.

Harflerimizin bedenini alfabeden alsak da...
İçini Siyami Özel'in ruhu ile dolduruyoruz.

Kastamonu'nun ve Kastamonu halkının ali menfaati için...
Yazacağız ve yapacağız.

Söz...
Toplumcu ve gerçekçi olmaktan ve toplumun cümle denizlerinde "Siyami Özel" bandırası ile yol almaktan asla ve asla vazgeçmeyeceğiz.

(Nasıl mı görürdü hayatı?...
Tam da aşağıdaki mısralara kayıt düştüğü gibi.

"Başkalarınca" yaşamanın külliyatı olsa gerek...
"Ah kardeşcağızım kötü değil bu dünya
Lakin yaşamayı bilmeli
Kendince değil başkalarınca
Biraz kardeşlik, biraz sevgi...
Ondan sonra ölmeli."

5 mart 1981'de yalan dünyadan ayrıldı...
Unutmak mümkün mü?)

("Gazetecilik" ise mevzu...
Karanlık deryalarda fenerdir "Hüsnü Açıksöz" ve "Siyami Özel".

Her iki usta da "yorumun" ötesine geçip "değiştirmek" fiilinin öznesi oldular...
Yazdıklarını "yaptılar" da.

Azdırlar nicelik olarak...
Nitelikleri ucu erişilmez tekdağlar.

"Yazmak" en kolayıdır...
"Yapmak" en zoru.

Bir trafik kazası düşünün,  gazeteci evvela fotoğraf mı çeker, yaralıya ilkyardım mı yapar?...
Maharet burada işte, ikisini bir arada becerebilmek, hatta, kazanın oluş nedenlerini ve sonraya dair önleme adımlarını da düşünebilmek, yazabilmek ve "sonuna kadar süreci takip edebilmek".

Bir koltukta iki karpuz taşımaya benzemez...
Bir zihinde birbirinden farklı onlarca konuya müdahil olmak ve her defasında Dicle'nin kenarındaki kuzudan kendini sorumlu tutmak.

Arı kovanı gibi zihin...
Karınca ordusunun ana karargahı.

Yaşar Kemal'in "Ben 'angaje', bağımlı bir yazarım, kendime ve söze ve insan onuruna bağımlıyım" sözü uyarınca...
Evet, "bağımlı" olması lazım gazetecinin/yazarın/sanatçının "insan onuruna", "sözün namusuna" ve "kişiliğine".

Bu şekilde zihnini "bağımlı" kıldığında gazeteci...
Asıl "tarafsız" kalmış olur.

Bilincin ve bilimin ağarttığı yolda...
"Her nereden gelirse gelsin karanlık" zerre karartamaz ne vicdanı ne de güzergahı.

Ekmek ve sudan vazgeçer...
Ne bilincini ne de kalemini esir eder.

"Bağımlı" olan bilinç/bilim/vicdana...
"Bağımsız" kalır.

Keşke...
Hüsnü Açıksöz'ler ve Siyami Özel'ler dört bir tarafı kaplasaydı ülkemiz matbuatında, olmadı, direnmek her yiğidin üstesinden gelebileceği bir sanat/zanaat değil.)

Afacan Köşe-4