Son yıllarda ola ki yolları şehrimize isabet eden mütenevvi ses ve gösteri erbaplarının eserlerini icra eyledikleri mekanlarımızın kulis ve sair donanım eksiklerini ya terleri kurumadan yüz yüze ya sosyal medya hesabı üzerinden ya da ikisi bir arada zımni yahut alenen ilan eylemelerine “alıştık”…

Gelen vurdu giden vurdu.

Öyle görünüyor ki en azından yakın gelecekte de gelen de vuracak giden de…

Mevzu en son getirile getirile “tuvalet kovası” objesine kadar getirildi ne hazin ki.

E dertleri “elbette” Anadolu şehrini bir nebze de olsa tenevvürleri ile inkişafa gark eylemek olsa gerek…

Madun gördüklerine ihtimal veremem.

“Halk için sanat” yapmanın meşakkatini bilmemek ayıp değil elbette, çöpsüz üzüm kim istemez, kim ayağına çakıl taşı değsin ister…

Anadolu’nun kültür üstyapısında asırlar boyu ne diye İstanbul’un ardında kaldı(rıldı)ğının ve ayırdının hala farkında olmayan “sanatçı” olmak da ayıp değil!

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” romanına başlanırken, “yaban” olarak görülenin İstanbul efendisi nazarında Anadolu halkı olduğunu düşünülür olsa gerek, oysa tam tersi çıkar kitabın ilk sayfalarından itibaren…

“Yaban” sorunu henüz ve hala çözülemeyen kör dövüşü içinde yıllar akıyor İstanbul’dan Anadolu’ya.

Gerçi, aşağı yukarı her Anadolu şehrinde olduğu üzre, Kastamonu’nun da “kültürel mahrumiyetleri” say say bitmiyor, bitmeyecek de, bitmeyecek olmasının faili de devinim muhakkak ki…

Şarkıcı geliyor “konser salonu”, tiyatrocu geliyor “tiyatro salonu”, ressam geliyor “galeri”, hatta iş insanları geliyor “fuar merkezi”; geliyor da geliyor, istiyor da istiyor, köpürdükçe köpürüyor, köpürttükçe köpürtüyor(lar).

Kim istemez cemicümle sanat, spor, iş altyapısına kavuşsun Kastamonu?…

Yılda bir yolu düşen mesleklerinin haşmetmeaplarına İstanbul lüksünü sunma lüzumu sanat ve iş gereklerinin ötesinde Anadolu misafirperverliği bir bakıma ne de olsa.

Anadolu’nun asırlarca geride bırakılmasına müteakip tüm kaynakların İstanbul başta olmak üzere sanayi ve ticaretin yol bulduğu şehirlerde vücut bulmasını, Anadolu’nun göç vere vere vakit içinde altyapıya ilaveten ve daha vahim olarak olan kültürel üstyapısından da olmasını, Anadolu’nun küçük sıklet şehir kamuoylarının mecburen ve acilen ‘olsun da fabrika olsun’ amentüsüne demirlediğini, kültürel etkinliklere dair yerel dinamiklerinin kuruduğunu, ezcümle strüktürün hiç de kültür ekosisteminden dem vurmadığını…

Elbette “yaban” anlamayacaktır.

(Tam da yeri gelmişken…

“Tezat” üzerinden bir “hatırlatma” yaparak derde bir nebze tercüman eyleyelim.

Bu yılın 27 Ocak’ında “Kastamonu’nun kayıp tabloları” başlığı ile

(https://www.kastamonuistiklal.com/kastamonunun-kayip-tablolari)

Afacan Kose (1)-17

“15 Ağustos–30 Eylül 1940” tarihleri arasında İstanbul’dan Kastamonu’ya gelen ressam Akif Bedii’yi anlatmıştım…

Yazıyı okuyanların yahut okuyacakların, yeri kalbimizdeki nurlar içinde olan Fahri Özbek’in “Sanatın Kastamonu durağı; kayıp tablolar” (https://www.kastamonugazetesi.com.tr/sanatin-kastamonu-duragi-kayip-tablolar/) başlıklı yazısını okumalarını da öneririm eğer okumamışlarsa.

Vaktin Halkevleri’nin “Yurt Gezileri” programı kapsamında “1938-1943” döneminde “48” ressam İstanbul ve Ankara’dan Anadolu’nun “61” yöresine gitti…

“Halk için(de) resim yapmak” için.

Anadolu’nun “iklimini, coğrafyasını, tarihini, kültürünü, folklorunu ve insanını yansıtan resimler yapmak” yanı sıra elbette Anadolu’nun yerel dinamiklerine “resim” sanatını aşılamak niyetiyle…

Fahri Özbek nokta atışı cümle ile ifade ediyor: “Geziler vesilesiyle sanatçıları Anadolu ve insanı ile kaynaştırmak, Türk resim sanatının gerçekçi ve hayata dair gelişmesini sağlamak gözetilirken, geziye çıkan ressamlara gönderilen mektuplarda bu meselenin millî bir görev olarak algılanması gerektiği de vurgulanır.”

Dönemin resim çevreleri olan “D Grubu, Müstakiller, Güzel Sanatlar Birliği” ressamları Anadolu’nun yolunu tuttu…

“Arif Bedii Kaptan, Şeref Akdik, Halil Dikmen, Melahat Ekinci, Edip Hakkı Köseoğlu, Nurullah Berk ve Elif Naci, Eşref Üren, Nurettin Ergüven ve Saip Tuna…”

Afacan Kose (4)-10

Kastamonu’da “Kaya altı, Bahçeli Kahve, Kırmızı Ev, Sanat Okulu Eteklerinden, Aşağı Köprü Yolu, Paşa Suyu(İzbe(li) köy(ü), Anıt Meydanı (İnebolu), Ana Cadde (İnebolu), Kırmızı Beyaz Ev (İnebolu)” tablolarını yapan Arif Bedii Kaptan’ı yeniden bir hatırlayalım…

Afacan Kose (2)-16

“Arif Bedii Kaptan 1906 yılında İstanbul'da doğdu. Deniz Harp Okulu'nu bitirdikten sonra uzun süre Nazmi Ziya ve Ali Çelebi'nin yanında çalıştı. 1974 yılında askerden ayrılarak Paris'e gitti. Resim çalışmalarına 1949 yılına kadar Andre Lohote atölyesinde devam etti. Türkiye'ye döndükten sonra çağdaş sanat çalışmalarına başladı… Arif Kaptan, Galatasaray D Grubu Devlet Resim ve Heykel Sergileri'ne eser bağışladı ve birçok karma sergiye katılarak yurt içi ve yurt dışında kendini kanıtladı. Arif Kaptan, 1940 yılında Halk Kurumları Genel Müdürlüğü tarafından Türkiye'nin çeşitli bölgelerine gönderilen sanatçılardan biriydi. İlk gönderildiği Kastamonu'da muhteşem manzaralar çizdi. Sanatçı yarışmalarda birçok ödül kazandı ve bugün büyük saygı görüyor. 1979 yılında vefat etti”.

Bu arada keder ile altını çizelim bir kez daha, Arif Bedii Kaptan’ın “Kastamonu” tabloları günümüzde “kayıp”, Hazine’ye devrolduğu tarihi kayıtlarca yazılı ancak konuldukları depolarda iz sürecek “Kastamonulu” yok…

Kastamonu için asıl “ayıp” bu.

“Arif Bedii Kaptan” misali geçtiğimiz yüzyılda sanat ile halkı buluşturmak için değil şehre; kasabalara ve hatta köylere kadar kaç sanatçı gitti, “halk için sanat” eserlerine imza koydu…

Hiç birinin de “of” dediğini zannetmiyorum.

Arif Bedii Kaptan’lara can feda…

Dillerinde de, gönüllerinde de, eserlerinde de sadece ve sadece “Anadolu aşkı”.)

(Elbette üst perdeden gelen eleştirilere karşı “bizi bizimle bırakın” mızmızlığı ve kolaycılığına kaçacak kadar vurdumduymaz ve dahi sanat(çı) düşmanı olacak halimiz yok…

İlimizin/şehrimizin somut koşullarını bilmeden, anlamadan ve en azından mütecessis olmaya dahi kapı aralamadan, “nobran” söylemlerin muhatabı olmaktan gına getir(til)miş olmanın dertlenmesi sadece satırlara düşen feveran.

“Bir ucundan tutun” kolaycılığı yahut “gelmeseydiniz” tepkisi hiç değil…

Somut koşulların somut tahlilini yapabilecek öngörü ve izanı “sanat erbaplarından” (da) beklemek sadece ve sadece.)

Afacan Kose (3)-17