Kendisini tanımakla (1972’den beri) bahtiyar olduğum, bizim Eğitim Enstitüsü kökenli Edebiyat Grubu Öğretmenlerinin yıldızı, üstat yazar, büyük editör olduğunu her yeni kitabıyla bir kez daha onaylatan, Kastamonu sevdalısı M. Sabri Koz, Türk Edebiyatı Tarihi araştırmalarında daima örnek gösterilecek, hemşehrilerimizi de kıyıdan köşeden ilgilendiren bir kitabı daha baskıya hazırlayıp yayımlanmasını sağladı.
Ömer Seyfettin: Kayıp Günlük ve Fon Sadriştayn’ın Karısı, haz. M. Sabri Koz, İstanbul 2025, 171 s. YKY: 6593, Edebiyat-1870
Kitabı değerlendirmeye geçmeden önce Kastamonuluları niçin ilgilendirdiğini kısaca açıklamak zorundayım. Köşe yazılarımda zaman zaman dile getirdiğim gibi [Bir örnek: “Ünlü Hikâyeci Ömer Seyfettin ve İnebolu”, Kastamonu, 14 Ekim 2017, s. 2], babası Yzb. Ömer Şevki Efendi’nin 1891 yılında Askerlik Şubesi Başkanlığına atanması üzerine Ömer Seyfettin yedi yaşındayken İnebolu’ya gelmiş, Gönen’de başladığı Mahalle Mektebine burada da devam etmiş, tahminen 6-10 ay sonra babasının Ayancık Şube Başkanlığına atanması üzerine de annesi Fatma Hanım tarafından İstanbul’a götürülmüştür.
Kastamonulu ünlü şair, yazar, edebiyat tarihçisi M. Behçet Necatigil’in İstanbul Kabataş Lisesi ve İstanbul Yüksek Öğretmen Okulundan sınıf arkadaşı , 1941-1945 yılları arasında iki üç defa masal derlemeleri için ilimize gelen edebiyat öğretmeni, sonra Üniversite Öğretim Görevlisi-Üyesi Tahir Alangu (1915-1973) Ömer Seyfettin hakkında Ömer Seyfettin Ülkücü Bir Yazarın Romanı (İstanbul 1986, 592 s. May Yayınları) adlı bir eser yazdığı gibi birçok yazar için yaptığı belge toplama işini sürdürürken Ömer Seyfettin’le ilgili iki önemli el yazısı deftere de sahip olmuştur. Pandemi günlerinde Tahir Alangu Arşivi’ni günlerce uğraşıp tasnif eden M. Sabri Koz, Kayıp Günlük diye bilinen deftere ve Ö. Seyfettin’in son hikâyelerinden Fon Sadriştayn’ın Karısı’nın el yazısıyla özgün şekline ulaştı. YKY, Ali Canip Yöntem ve Tahir Alangu ailelerinin yardım ve desteğiyle gün ışığına çıkardı.
Değerli Koz, kitabın başında yer alan “Kayıp Günlük ve Fon Sadriştayn’ın Karısı Üzerine Bir Hikâye” başlıklı giriş yazısında (s.11-28) keşfini ve sonrasında yaşadıklarını heyecanlı bir dille anlatırken, iki edebî metnin özelliklerini belirtip nasıl baskıya hazırladığını da yazmıştır. Ayrıca, bu yazı içinde günlük türüyle ilgili derli toplu, hiçbir yerde tamamını kolayca bulamayacağımız bir bilgi de vermiştir.
Ömer Seyfettin’in bilinen, tamamı yayımlanan günlüğü Balkan Savaşı Günlüğü’dür. 1918 yılına ait 38 sayfalık İstanbul’da kaleme aldığı günlüğünden ise bazı bölümler 1922, 1957 yıllarında yayımlanmış, tamamı ve aslı görülmediği için şüpheyle karşılayanlar da olmuştur. İlk defa tamamı, yayımlanan kısımlarıyla karşılaştırılarak M. Sabri Koz tarafından Çeviriyazı ve Tıpkıbasım olarak edebiyat dünyamıza kazandırılmıştır. Ölümünden iki yıl önce kaleme alınan günlükte aile hayatı ve 1900 yılların başındaki İstanbul edebiyat muhitlerinin Ömer Seyfettin ve birbirleri hakkındaki düşünceleri gizli kalacağı sanıldığı için açık seçik korkusuzca yazılmıştır. Bazı örnekleri ilerideki bölümlerde okuyucuya sunacağız.
7 Eylül 1916 tarihli küçük sayfalarla 45 s. Fon Sadriştayn’a Karısı adlı, Ömer Seyfettin’in el yazısıyla günümüze intikal etmiş tek hikâyesi, ilk önce önemli değişikliklerle 1918 yılında Yeni Mecmua’da yayımlanmıştır. Koz, özgün metin ile Yeni Mecmua ve diğer yayınlardaki metinleri bir kuyumcu titizlik ve sabrıyla karşılaştırmış, önemli tespitlerde bulunmuştur.
“Fon Sadriştayn’ın Karısı” hikâyesinde çok zor şartlarda kaldığı için Alman kadınla evlenen bir Türk’ün kadının akıllı, tutumlu ev idaresi sayesinde nasıl zengin ve mutlu olduğu anlatılmaktadır. Hem Türk hem de Alman kızlar tarafından tepkiyle karşılaşınca Ömer Seyfettin “Fon Sadriştayn’ın Oğlu” adlı bir hikâye yazarak tepkileri azaltıp yumuşatmaya çalışmışsa da amacına tam ulaşamamıştır.
Asıl önemli olan metin Kayıp Günlük’te ; 7 Kânûn-ı Sânî/Ocak 1918-4 Teşrîn-i Sânî/ Kasım 1918 tarihleri arasında ait sadece on günlük bir anlatım olarak görülmektedir. Ömer Seyfettin bu on günlük günlüklerinde; karısı ile yaşadığı sıkıntılarını ve diğer özel sorunlarını anlatırken yazı hayatındaki acı deneyimlarinin bir bölümüne de değinmiş, hikâyelerinin dilini beğenmeyen döneminin yazarlarına oldukça sert cevaplar vermekte, bu yazarların birbirleriyle ilgili görüşlerini de “Nasıl olsa benden başkası okuyamaz” düşüncesiyle olacak samimi bir üslupla dile getirmektedir. Örnek olarak bazı bölümleri, okuyucularımızla Ömer Seyfettin’in herkesçe anlaşılan sade diliyle paylaşıyorum:
· “7 Kânûn-ı Sânî/Ocak 1918:
Zabitlikten istifa ederek Selanik’e geldikten sonra tam yazı hayatına atılacağım zaman birbir üstüne gelen buhranlar…
Evet İtalya Muharebesi, Balkan Muharebesi .Ben Yanya Kalesi’nde esir oldum. Yunanistan’da bir seneden ziyade esirlik. İstanbul’a gelip kendimi toplamağa başlayacağım zaman annemin ölümü…Sonra Cihan Harbi.. İşte dört senedir bu felaketli harbin müthiş buhranı içindeyiz. Yarım okka etmek otuz kuruşa satılırken kim edebiyatla uğraşabilir. Ama ben uğraştım. Eskiden:
-Şu buhran da geçsin de…derdim. İçtimaiyatcı (Sosyolog) Ziya Gökalp bir gün bana:
-Türkiye’de buhran bitmez. Biri biterken biri başlar. Eğer yazmak için hayali bir devri bekliyorsan o başka. dedi. Düşündüm, bu hükmü doğru buldum. Faaliyetim o günden başladı. Bir sene içinde on beş sene içinde yazdığımdan daha çok eser meydana getirdim.”
· “8 Kânûn-ı Sânî/Ocak 1918:
Efruz Bey romanının bir faslını okuyan Fazıl Ahmet, Ali Canib’e:
-Ne lisan, ne lisan! Takır takır bir şey…demiş. Herkes benim lisanımı pek çıplak buluyor. Çünkü ben tabiî lisanı kendime örnek yapıyorum. Tabiî lisan, konuşulan lisandı.
…
Ben lisanımda, lisanın hususiyetlerini teşkil eden Türkiyyetleri kullanırım. Herkes bunu argo sanıyor. Argo külhanbeyi lisanı demek.
…
Yusuf Ziya, bu itirazı Yahya Kemal’den işitmiş olacak. Bu, edebiyatımızın Kabakçı Mustafası’dır. Yalan yanlış her şeye itiraz eder. Cânib, ona “edebiyatımızın katırı” diyor.
“Ben Fon Sadriştayn’ın Karısı’nı Yeni Mecmua’da neşrettim. Büyük bir gürültü yaptı. Yalnız kadınların arasında değil, Almanların arasında da…Bir hafta evvel Celâl Sahir’e yemeğe gitmiştim:
-Almanlar da anlamıyorlar, dedi. Dün telefonla Ömer Seyfettin niye bizi tahkir ediyor, diye bana soruyorlar.
Kadınlar hep ayağa kalktı. Boyuna eve telefon ediyorlar. Mektuplar da alıyorum.”
M. Sabri Koz, İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsünde Kastamonulu ünlü şair yazar Orhan Şaik Gökyay’ın öğrencisi olmuştu. Hocasının bazı çalışma yöntemlerini, mizaç özelliklerini örnek alıp kendini çok iyi yetiştirdi. Akademi dışında da bilim, sanat yapılabileceğini defalarca ispatladı. Ölmeden önce artık rahatlıkla yazabilirim. Son kitabı gördükten sonra “O benim artık daimi üstadımdır! Yine Eğitim Enstitüsü kökenli edebiyatçılar, kültür insanları neslinden Hayrettin İvgin’i de edebiyatın, halk biliminin birçok dalında üstat bilip danışmakla onur duyuyorum…
Kitapta beni en çok şaşırtan ifade Ziya Gökalp’inki olmuştur. 1916’da söylemiştir ama ben yaşadığım 84 yılda defalarca doğrulandığını gördüm. Üzüleyim mi, sevineyim mi?
“Türkiye’de buhran bitmez.Biri biterken biri başlar.” Ziya Gökalp
Değerli M. Sabri Koz! “İşlerimi biraz azaltıp, torunuma daha çok zaman ayıracağım” diyorsun ama bu kitaptan sonra bu niyetin hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Nice kitaplara, eserlere.
