İLİ KASTAMONU
İLÇESİ MERKEZ
YERİ TEVSER TEPESİ
Türbe Kastamonu merkezde Şehrin batı yakasında yüksek bir tepenin doğu yamacındadır. Dikdörtgen bir yapının içindedir. Bu yapının içinde yedi giriş kapısının hemen yanında ise bir olmak üzere sekiz adet mezar bulunmaktadır.
Halk arasında ışık Saçan Sultan Türbesi de denilmektedir. Günümüzde ise Müfessir Alaaddin Türbesi diye bilinmektedir.
Türbe Tevser Tepesinin doğu yamacında yapılmış olup aşağı tarafı bir taş duvar ile korunmuş, yukarı tarafında ise yol yapılması için yolun bir istinat duvarı yapılmıştır. Türbenin önünde yine taş duvar ile çevrilmiş küçük bir bahçesi vardır.
Türbenin içinde mezarların doğu tarafında namaz kılmak için bir alan vardır. Burası üç saf almakta ve yan yana beş kişinin rahatlıkla saf oluşturabilecek kadardır. Aynı anda on beş kişi civarında namaz kılınabilecek küçük bir mescit gibidir.
Türbenin dışında ve aşağı kısımda ise eskiden Sicim Çeşmesi dedikleri küçük bir su kaynağının olduğu ve abdest alınan bir yer ile bir de defihacet denilen bir küçük yapının da bulunduğu anlatılmaktadır.
Eski zamanlarda yamaç aşağısına doğru küçük düzlükler yapılmış olduğu ve burada bahar ve yaz aylarında nebatat yetiştirildiği anlatılmaktadır. Buralarda günümüzde tek katlı evler vardır. Daha aşağıdaki dere kenarında ise bir toprak hane bulunduğu ancak günümüzde burasının yerine de ev yapıldığı anlatılmaktadır. Toprak hanenin hemen karşısında ise kime ait olduğu bilinmeyen bazı zatların mezarlarının da bulunduğu burasının bir dönem sığır pazarı yapıldığı günümüzde ise park olarak düzelenmiş olduğu yerdir. Daha aşağısındaki düzlükte ise birçok ıhlamur ağacının bulunduğu sonra buraya bir medrese yapıldığı ancak günümüzde buralara bir cami ve türbenin olduğu yakın zamanda ise yüksek katlı binaların dolduğu yerler vardır.
Türbeye ulaşım sadece küçük vasıtalar ile ve yolunun dar ve yokuş oluşu nedeni ile de genellikle yaya olarak ulaşılmaktadır.
Türbenin güney doğusunda eskiden Şehitlik olan ve kale kapısı denilen yerde de Aşıklı Sultan Türbesi vardır. Tevser Türbesi veya Işık Saçan Sultan Türbesi ise bilim insanlarının yani Alim ve Ulemanın yattığı bir mekandır.
Geceleri Türbeden Işık çıktığı bilgisi ise günümüze kadar gelmiş olup burasının ışık saçtığı da anlatılmaktadır. Bazı fotoğrafçılar Türbenin içindeki bir noktanın ise resimde karanlık çıktığını ve bu noktadan görüntü alamadıkları da anlatılmaktadır. Geceleri gök yüzüne doğru bir ışığın uzandığını da anlatanlar vardır.
Ancak bu türbenin bulunduğu yerin eskiden çevresinde hiçbir başka yapının olmadığı Kastamonu yu kuş bakışı izleyebilen bir yer olduğu burasının bir sükunet yeri olduğu ve alimlerin burada huzur içinde ibadet ettiği ve namelerini burada yazdıkları da anlatılmaktadır.
Aslında burası aynı zamanda devrin yüksek bilim insanlarının yetiştiği bir ilim merkezidir. Burada Tefsirler yazılmış, Şifa bilgileri tartışılıp insanlığın hizmetine yarayacak dini ve dünyevi bilgiler elde edilmiştir. Eskiden türbenin içinde küçük bir kitaplığın da bulunduğu anlatılmaktadır. Bu türbe birkaç sefer tamir edilmiştir. Son olarak da Vakıflar idaresi tarafından tamiri yapılmış ve ahşap olan çatısı da onarılmıştır.
Türbeyi ilk yaptıran belli değildir. Ancak türbenin içindeki bir mezardaki günümüz tarihi ile hesaplandığında miladi 1287 ve Kastamonu müzesinde 1955 yılında bu türbeden alındığı kayıtlı olan bir mermer taşındaki 1289 tarihleri bu türbenin Çoban Oğlu Beyliği döneminde yapıldığının en önemli belgeleridir.
Bu Türbeden alınıp Kastamonu Arkeoloji Müzesine nakledilen bu yazıda Yaman Bin Mehmet yazan yazının tarihi de Miladi takvime göre hesaplandığında da miladi 1289 tarihi dikkati çekmektedir.
Candaroğlu Beyliğini miladi 1292 yılında Eflani de kuran Şemseddin Candar Yaman ın babasının eski kayıtlarda Mehmet olduğu yazılıdır. Bu mezarlardan birisinin bu zata ait olduğu bilgisi de doğrulamaya muhtaç tır. Ancak bilinen gerçek şudur ki o yıllarda burası Çobanoğlu Beyliğinin hakim olduğu alan içindedir. Ancak her iki Beylik de Yörük Türkleri tarafından kurulan beyliklerdir. Yine bu dönemde bu civardaki hastaların Tedavisi için Çobanoğullar zamanında Miladi 1272 yılında yapılan ve Anadolu daki en büyük Hasta hanelerden birisi olan Ve eskiden Maristan olan yerdeki Dar-Ül Şifahane de Çok sayıda hasta tedavi edilmiştir. Bu yapının günümüze sadece giriş kapısı ulaşmıştır.
Dönemin En büyük tefsir Alimlerinden olan Müfessir Alaaddin Efendi de bu türbede yatmaktadır.
Çobanoğlu döneminden de bahsedilen ve Kastamonu Asar-ı Kadimesi adlı bir kitapta ise Türbenin içinde dört sandukanın olduğu kayıtlıdır. Yine bu bilgi ışığında Türbede Çobanoğlu Beyliği döneminde 4 zatın yattığını söylemek doğru olur.
Türbe içindeki hangi mezarda olduğu kesin olmamakla birlikte birinci mezarda Müfessir Alaaddin Efendi yatmaktadır. Üçüncü mezarda da olduğu anlatılmaktadır. Miladi 1851 tarihinde Hamid Paşa tarafından yapılan türbe tamiri ile ilgili kitabede Alaaddin Efendinin Belh Şehrinden Geldiği yazılıdır.
Bu paşanın mezarı ise Abülhakhamid okulunun olduğu yerde iken bu okulun yerine yeni bina yapılırken hafriyat sırasında eski okulun bahçe kenarındaki mezarı yerinden kaldırılmış olup günümüzde yeni yeri de bilinmemektedir.
Yine Müfessir Alaaddin Efendinin miladi 1911 tarihli bir belgede ise Buhara dan geldiği yazılıdır. Müfessir Alaaddin Efendi ile ilgili olarak o günden günümüze kadar halk dilinde gelen bir şehir efsanesine göre ise; Kastamonu dan Hac Farızesi için üç aylık bir yolculuk ile Mekke ye giden Kastamonu nun Alimlerinden bir zatı muhterem onun Mekke de Arapça yaptığı tefsir sohbetlerine katılır, bir sohbeti esnasında Arapça da olmayan bir sesi ağzından kaçırdığını bu sesin ise sadece Türkçede olduğunu fark eder Sohbet bittiğinde de onunla samimiyet kurup Türk olduğunu öğrenir ve Hac dönüşü Kastamonu ya gelmesini ve burada Tefsir Derslerini Türkçe olarak vermesini teklif eder ve bu teklifi kabul eden bu genç alim bu zat ile birlikte Kastamonu ya gelir ve bu zatın kızı ile de evlendirilir ve Kastamonu da bir medresede Tefsir Dersleri verirken Devrin Emirlerinden İbrahim Bey Çocuklarının Kuranı daha iyi öğrenebilmesi için de Türkçe bir Tefsir yazmasını ister. Bu Türkçe Tefsir Yani Cevahür-Ül Esved Adlı ve 38 harf ile Türkçe yazılan ve 660 sayfalık bu Kitap günümüzde Konya Mevlana Müzesindedir.
Müfessir Alaaddin Efendinin Farsça bir tefsir kitabı daha vardır. Kendisi Kastamonu da yaşadığı dönemde Necmeddin Daye nın el yazma Arapça bir tefsiri de Mevlana Celaleddin Rumi nin torunu Arif Çelebi ona hediye etmiştir. Aslında bu dönemlerin Candaroğlu beylerinden Süleyman Paşanın ileri yaşlarındaki dönemleridir. Süleyman Paşanın Mezarı İse Dede Sultan Dergahının bahçesinde iken İmam Hatip Lisesinin buraya yapılması sırasında bu mezarın da yerinden sökülüp İsmailbey Camisi Haziresine nakledildiği anlatılmaktadır. Burada bulunan bir mezar ise halen Dedesultan Hamamının odunluğundadır. Bu bahçede Üç adet mezarın Mekruh bir binanın içinde olduğunu 1926 yılında anlatan bir kitapta ise burada bahsedilen üçüncü mezardaki zatın akibeti ile ise günümüzde herhangi bir kayda rastlanmamıştır. İmam Hatip Lisesi binasının yıkılan eski binasının yapılması sırasında ise Boyacı Hafız Dernek Başkanı idi.
Arif Çelebi Miladi 1319 yılında vefat ettiğine göre Müfessir Aladdin Efendinin bu dönemde yaşadığı kesindir. Ancak Vefat tarihi hakkında herhangi bir tarihi kayıt henüz bulunamamıştır. Mekanı Cennet Ruhu Şad olsun.
İkinci Mezarda yatan zatın kim olduğu bilinmemektedir. Ancak Çobanoğlu beyliğinin alimlerinden olduğu anlatılan Cevahir Efendi diye bir zatın olduğunu anlatanlar da vardır. Bu zat aynı zamanda bir şifacıdır ve Ocak ehli olup babasından el aldığı rivayet edilmektedir.
Üçüncü mezarda yatan zatın ise Miladi 1374 yılında vefat ettiği bilinmektedir.
Dördüncü Mezarda ise Sırtlı Hoca yani Ali Sınai Efendi yatmaktadır. Bu zat Kastamonu Araç İlçesindendir. Tahsilini Kastamonu da tamamlamıştır. Daha ziyade tıp alimi olarak bilinir. Kastamonu Alimlerinden Abdurrahman Hoca, Emin E fendi, Keskin Efendi den dersler almıştır. Bu zatlar Medrese alimlerindendir. Yine Zaferanbolu da Kurt Hoca Lakabı ile bilinen bir Müderris den fen ve tıp ilimleri tahsil etmiştir. Kastamonu da Hoca Kadı Zade den Tefsir, Hoca Mahsub dan hadis dersleri almıştır. Ayrıca Tasavvuf eğitimi de tahsil etmiştir. İnsan Anotomisi konusunda da devrin en büyük alimlerindendir. İnsan Sırtındaki omur ucundaki bir kemikten yararlanarak insanın yedi ced atasını da tespit ettiği bilinmektedir. Bunu Kuranın Işığındaki bir ayette İnsanların Öldükten ve kıyamet gününden sonra bu küçücük kemikte onun sırlarının saklı olduğunun tefsirinden yararlanarak insan bütün özellikleri bu kemikte olduğunu anlamış ve bu kemik üzerinde incelemelerde bulunmuştur.
Bu günkü DNA testinin o günkü mucidi olarak bilinir. İnsanın geçmişini öğrenmesindeki hüneri Ülke dışına kadar ulaşmıştır. Bir husumeti ve zannı ortadan kaldırmak için Yanoş denilen bir kralın geçmişini bu kemik marifeti ile öğrenmiş ve onun hakkındaki dedikodunun da ortadan kalkmasını sağlamıştır. Miladi 1287 Yılında Vefat etmiştir. Mekanı Cennet ruhu Şad olsun.
Asarı Kadime Adlı kitapta bahsedilen bu dört mezardır. Beşinci ve altıncı mezarlarda kimin yattığı belli değildir.
Yedinci mezarda ise miladi 1813 yılında vefat eden İzbeli zade Mehmet efendi yatmaktadır.
Sekizinci mezarda ise Kurban Risalesi Müellifi Mumcu Zade efendi yatmaktadır.
Ticaret Lisesinde okuduğum sırada bir Çarşamba günü okuldaki saz çalışmasından sonra Mustafa Subaşı ile sazlarımızı alıp okulun yukarısındaki Tevser tepesine çıkıp oradan hem şehri seyretmek hem de tepede serin serin saz hocamızın öğrettiği yeni bir türküyü çalışmak üzer yokuşu tırmandık. Bu sırada türbenin bahçesinde şehri seyreden Hasip amca bizi gördü ve yanına çağırdı. Nereye gittiğimizi sorduğunda da Hocamızın yeni öğrettiği bir parçayı çalışacağız dediğimizde çocuklar size bir şey anlatayım diye söze girdi. Şu aşağıdaki sığır pazarının olduğu yerde bir Embiya Türbesi vardı Burada bir de Şuhedanın mezarları vardı. Onları kaldırıp sığır pazarı yaptılar. Bu tepe de sarhoşların mekan tuttuğu bir yer haline geldi. Sizler iyi birilerine benziyorsunuz. Gidin Çalışmanızı başka yerde yapın. Bu türbe de eskiden Meşveret yeri idi. Eskiden Devrin büyük uleması burada bir araya gelirler burada ilim tartışırlar burada yatıp burada ibadet ederler kitaplarını da burada yazarlarmış. Aşağıdaki bayır da ise küçük bostanları varmış. Orada da hem ekip bir şeyler yetiştirip burada yerlermiş. Burası devrin alimlerinin türbesidir. Buralarda saz Çalıp Türkü söylemek iyi değildir diyerek bizim geri gitmemizi istemiş ve devrin kefereleri alimlerin bostanlarını ev yaptılar mezarların taşlarını söküp sığır pazarı yaptılar Onların da sonları pek hayır bir şey olmaz. Allah bunu Yapanları Kahhar İsmi Hürmetine er ya da geç kahredecektir. Bunu da unutmayın diyerek aşağıya gitmemizi istemişti. Biz de bu isteğini kırmadık ve okula geri dönmüştük.
Bu Türbe ile ilgili bir halk efsanesine göre günün birinde burada öğrencilerine tefsir dersleri veren bir hoca hastalanıp vefat etmek üzere iken öğrencilerden birisi hoca gidiyor derslerimiz de yarım kalacak deyince hoca öğrencilerine ölüm hakkın emri ben de zamanı geldiğinde aranızdan ayrılacağım. Şimdi o zaman ancak ben derslerimi öldükten sonra da sizin dersinizi tamamlatacağım deyip hakkın rahmetine kavuşmuş. Öğrencileri ise hocalarının er ye da geç dersleri tamamlamak için geleceğini günlerce beklemişler onun gömüldüğü yerde geceleri dahi beklemişler ancak aradan on dokuz gün geçtiğinde diğer öğrenciler hiç böyle şey olur mu burada boşuna bekliyoruz deyip bir öğrenci mezarın başından ayrılıp gitmişler.
O sırada bir ses oğlum arkadaşların nerede diye bir ses duymuş bu hocasının sesi imiş. Haydi evladım kaldığımız yerden derslere devam edelim arkadaşlarını da çağır gelsinler demiş. Hocam uzun zamandır neden gelmediniz dediğinde evladım hak vaki olduğunda münkir ve nekir meleklerinin suallerini kolayca geçtim. O sırada bir sarhoş gelip bana bu civardaki evliyaya selamlarımı söylersen içkiyi bırakacağım dedi. Ben de Bu civardaki zatların makamlarını dolaşıp bu dileği ilettim. E oğlum on yedi bin makam dolaştım ancak şimdi işim bitti hadi nerede kalmıştık deyip kaldığı yerden derslere başlamıştır diye anlatılmaktadır.
Bazı alimlerin ilimlerinin ışığı onların ölümlerinden sonra da insanlık aleminin dünyalarını ışıtmaya devam eder. Çünkü insanların en hayırlısı ilimleri ile insanların yolunu aydınlatanlardır.
Herhalde bunun için halk bu Türbeye Işık Saçan Sultan Türbesi demeye devam etmektedir. Bu ışığı her göz görmez her beyin de bu ışığı fark etmezmiş.
Mekanları cennet ruhları Şad olsun.