TALÂT MÜMTAZ YAMAN’IN ARANAN YAZISI:

Sepetçioğlu Raksı Nasıl Oynanır?”

                                                                                                                    Nail TAN

Kastamonu İstiklal’deki köşemizde 13 Mart 2024 tarihinde yayımlanan “Kastamonu Kültürünün Bir Değeri Daha Kitaplaştı: Talât Mümtaz Yaman” başlıklı yazımızda rahmetlinin bibliyografyalara girmiş Hilâl-i Ahmer (Kızılay) gazetesinde basılmış “Sepetçioğlu Raksı Nasıl Oynanır?” başlıklı yazısını yıllardır aradığımızı, bulamadığımız için Sepetçioğlu Osman Efe (Ankara 1999, 2005, 56 s.) adlı incelememizde yer veremediğimizi, M. Ragıp Gazimihal’in Türk Halk Oyunları Kataloğu adlı çalışmasında (Ankara 1961) Sepetçioğlu maddesinde geniş ölçüde aktarılan bu yazının Ufuk Tidim’in yüksek lisans tezinden yola çıkarak hazırladığı “Bir Kastamonu Müellifi: Talat Mümtaz Yaman (Ankara 2023, Servi Yayınları) kitabında da bulunmadığını belirtmiş, 2. baskıda unutulmamasını tavsiye etmiştik.

Kastamonu halk kültürü araştırmaları için çok büyük öneme sahip bu yazıyı Sepetçioğlu Osman Efe araştırmamızı tamamlamak için aradığımız gibi, sonradan farkettiğimiz, Kastamonu halk kültürü araştırmalarının unutulmaz şahsiyeti İhsan Ozanoğlu’nun “Kastamonu Türküleri” çalışmasında dile getirdiği (s. 350-52) Sepetçioğlu türküsünün sözleri ve hareketlerinin Atatürk’ün 23-31 Ağustos 1925 Kastamonu Gezisi sırasında düzenlendiği iddiasının doğruluğunu araştırmaktı. Ozanoğlu’na göre; Kastamonu Yarım Çırdak oyununun  hareketleri, eski bir kahramanlık türküsüne uyarlanmış, Kastamonu Ağır Oyunu 23 Ağustos 1925’te Ata’nın  beğenmesi üzerine   Kastamonu halk oyunları arasında yer almıştır. (Bakınız Kastamonu gazetesinde  22 Ağustos 2019 tarihli “Ata’nın Kastamonu’yu Ziyaretinde çok Beğendiği  Sepetçioğlu Oyunuyla İlgili Bazı Rivayetler Üzerine” başlıklı yazımız. )

KTB’nin Folklor ve Etnografya Bibliyografyası kitabının I. Cildine yazının künyesi 1 Haziran 1923 tarihiyle girdiği için biz Ankara’da, İstanbul’da Hilâl-i Ahmer gazetesinin 1923-1924 yıllarını tarattık. Ufuk Tidim’in kitabı yayınlanıp Talât Mümtaz Bey’in İstanbul’a 1928 yılında gidip halk oyunları yazıları yazmaya başladığımı öğrenince 1 Haziran 1928 tarihinin peşine düştük. Tarih doğruydu. Gazete Ankara’da Millî Kütüphanede ve İstanbul’da vardı. Türkiye’de Arap harfli metinleri en doğru okuyanlardan biri olarak tanınan dostum M. Sabri Koz, hemen makaleyi buldu. “Anadolu  Raksları” yazısıyla birlikte dilini değiştirmeden Türk alfabesine aktarıp gönderdi. (Dr. S. Şenel de daha önce yazıya ulaşmış.)

Kastamonu halk kültürü araştırmaları bakımından son derece önemli bu yazıyı sıcağı sıcağına Kastamonululara ulaştırmanın bahtiyarlığını yaşıyoruz. Ozanoğlu-T.M. Yaman karşılaştırması ise başka bir yazımıza konu olmuştur.

 

 

Sepetçioğlu Raksı Nasıl Oynanır?

Kastamonu’nun* Bu Millî ve Bedii Eğlencesi Zeybek Oyunu Kadar Güzeldir.

“Sepetçioğlu”nun Türküsü – Kadın Erkek Oynarken – Giyilecek Elbiseler

[“Türk Ocağı” Hars Heyeti millî rakslarımızı tetkike karar vermiş, bu hususta faaliyete geçmişti. Bu kararın ilan edilmesi üzerine bazı zevat ocağa müracaat ederek memleketimizin muhtelif yerlerindeki millî rakslar hakkında malumat ve izahat vermektedirler. Kastamonu muallimlerinden Talât Mümtaz Bey isimli kıymetli bir genç de Kastamonu’nun millî raksları arasında pek bedii ve nefis oyunlar mevcut olduğunu söylemişti. Bu arada Kastamonu’nun Sepetçioğlu raksı gazetelerde zikr edildi. İstanbul Türk Ocağınca tedkik edilmekte olan bu raks hakkında izahat vermesini Talât Mümtaz Bey’den rica ettik. Mümaileyh, talebimiz üzerine (Hilâl-i Ahmer) gazetesi için şu makaleyi yazıp gönderdi:]

Sepetçioğlu raksı münhasıran Kastamonu havâlisinde oynanmakta ve yüz elli senelik bir tarihe mâlik bulunmaktadır. Çankırı, Çorum, Sinop, Bolu, Kırşehir gibi Kastamonu ile hemhudud olan vilayetlerin bazı mahallerinde de bu raksın oynanıldığı söylenmektedir. Fakat hiçbirisi Sepetçioğlu’nun aslında olan bediiliği gösterememek[te]dir. Ne figürlerinde ne de başka hareketlerinde henüz bir tadilat yapılmadığından raks elan orijinalitesini muhafaza etmektedir. Raks, her ne kadar bedii ve cazip ise de Kastamonu’nun efeleri tarafından meşhur “perde”lerde avratlarla oynandığı için münevver zümre tarafından rağbet görmemiştir. Fakat bir millî oyunun lüzumunu hissetmeye başlayan bazı muallimler çekingen olan kısım huzurunda oynayarak her hâlde millî oyunlarımızın en güzeli ve kıymetlisi olan “Sepetçioğlu”nun zeybek ile mütevaziyen mazhar-ı rağbet olmasına (1) çalışmaktadırlar. Bugün Kastamonu’da Sepetçioğlu raksı “perde”lerden suarelere kadar çıkmıştır.

Sepetçioğlu, Gazi Paşa Hazretleri’nin de kıvrak harekâtı ve mükemmel güfte ve bestesiyle bilhassa mazhar-ı takdirleri (2) olmuştur.

Raks, her türlü saz ile oynanılabilir, fakat meşhur “cura”lar oyuna daha kıvraklık verir. Esnâ-yı raksta (3) tam manasıyla çeviklik lazımdır.

Sazın âhenkdâr nağmelerine ayakları uydurarak oynayan oyuncuları seyredenlerin, oyun hitâm bulduktan sonra da tekrar oynanması arzusunu şiddetle hissedeceklerine şüphe yoktur. Raks biri kadın, diğeri erkek olmak üzere karşılıklı dört, altı kişiden ibaret gruplarla oynanır. İki kişi oynarken kadınla erkeğin yekdiğerine hiçbir temasları yoktur. Oyunu erkek idare eder. Dönmelerde, yürümelerde, diz çökmelerde kadın, erkeğin icabına göre yüksek veya alçak sesle vereceği kumandalarla hareket etmeye mecburdur.

Erkek ile kadının oyundaki yürüyüş, dönüş, diz çöküş istikametleri aksinedir. Biri sağ tarafa yürürken diğeri sol tarafa, biri sağ tarafta ve sağ ayağı ile diz çökerken, diğeri sol tarafta ve sol ayağı üzerine çöker.

Oyuna ilk başlarken güftenin mebdei olan:

Sepetçioğlu bir ananın bir babanın kuzusu

Hiç gitmeyor yüreğimden efem de sızısı, yandım

mısraları söylenir ve birinci mısra biraz uzunca devam ettiği için erkek kollarını göğüsleri hizasına kaldırır ve ellerini yekdiğeri arasından geçirerek devrettirir. Bu esnada kadın hem güfteyi teganni eder hem de bütün vücuduyla titrer. Bu bittikten sonra saz ara nağmesine geçer. Bu nakarat çok kıvraktır. Oyun, asıl kuvvetini bunlardan almaktadır. İlk figür, iki tarafın da oldukları yerde bazı vücut harekâtı yapmasıyla geçer. İkinci figür hem sağa hem sola yürüyüş; üçüncü figür, yerinde hafif sıçramalar, dönmeler ve nihayet diz çökmeleri, ayak değiştirmeler takip eder ve tekrar diğer mısraların oyunları başlar. Onlar da evvelkilerin aynıdır.

Ve bu suretle hitama erer. Dört kişi oynanırken bir kadın bir erkek, bir kadın bir erkek karşılıklı geçerler. Yine içlerinden bir erkek oyunda kumandacı olur. Çökerken, dönerken oyuncuların ayak ve ellerinin çıkardığı sesler çok hoştur.

Sepetçioğlu, Kastamonu’nun yüz elli sene evvelki kıyafetiyle oynanmaktadır. Erkek telebbüsü (4)  şöyledir:

Ceket yerine çuhadan bir “marka” (5)  veya “cepken” eksâ (6) edilmektedir. Marka, kalça hizasına kadar iner. Ön tarafı açıktır. Ayrıca yelesi yoktur. Kolların dirseğe gelen kısmı yenler, yan taraflar, etek, güzel ve girân-behâkaytanlarla (7)  işlenmiştir. Pantolon yerine “zıbka”(8)  vardır. Zıbkanın paçaları dardır. Göbek hizalarına gelen kısım fazlasıyla bol fakat ön ve arka tarafa toplanmış olduğundan yanları da o nisbette vücuda yapışıktır.

Ön ve arkada toplanılan kısım yine güzel kaytanlarla tahdîd edilmiştir. Bizim giydiğimiz pantolonların ön ve arka tarafındaki örtü yerlerinde de paçalara kadar devam eden kaytanlar vardır. Zıpkanın üst kısmına ve bele Tosya’da yapılan büyük ve kalın kuşaklar sarılır. Bunun üstünde meşinden para cüzdanı gibi sekiz gözü muhtevi bir silahlık ve onun arasında bir saldırma “bıçak” vardır. Başa o zamana göre sivri bir fes ve üzerinde “çökü” bulunur. Mintanın yakası dik ve kolları markanın kolundan sarkar. Bileklere yapışmıştır. Bu da Kastamonu’nun alacasından mamuldür. Ayakta da “harpuç” yemeni vardır.

Kadının telebbüsü erkeğe nazaran başkadır:

Kastamonu’da kadınlarda şalvar giymek âdeti yoktur. “Uzun etek” ve “üç saçaklı” tabir edilen ağır Halep kumaşlarından mamul ipekli elbise vardır. Başta dört santim eninde uzun altınlarla kaplı bir fes ve arkasında 30 santim uzunluğunda ve kutru beş santim kalınlığında püskül sallanır. Onun üstünde zülüfleri kapayan ve etrafı ipek oyalarla işlenmiş “mücessem” vardır. Ayakta “yuvalı kundura” tabir edilen ayakkabının uzun topuklu ve sivri uçlu bota benzeyen, etrafı lastikli mesti vardır. Beraberce zıpladıkça bu ayakkabı büyük rol oynar. Velhasıl, Sepetçioğlu raksı, hem beste ve güftesi hem de kıvrak ve bedii vücut ve bacak hareketleriyle millî oyunumuz addedilmeye layık bir şaheserdir. Sepetçioğlu’nun güftesi bervech-i zirdir (9): 

Sepetçioğlu bir bir ananın bir babanın kuzusu

Hiç gitmeyor yüreğimden efem de sızısı, yandım

                                                  Tıralallam…

Böyle imiş alnımızın yazısı

Yassıl, dağlar, yassıl! Osman Efem de geliyor, yandım

                                                           Tıralallam…..

Kalk gidelim Kışlaönü’ne aşağı

Salıvermiş ince belden efem de kuşağı, yandım

                                                  Tıralallam tıralallam…

Ne yaman olur Kastamonu uşağı

Yassıl dağlar, yassıl! Osman Efem de geliyor, yandım

                                                                 Tıralallam…

Sepetçioğlu raksı mahallin o zamanki neslinin samimi hislerini ifade etmektedir. Bundan başka Kastamonu’da oynanılan beste ve güfte itibariyle de Sepetçioğlu’ndan aşağı kalmayan “Dere Bekleyen”, “Çırdak”, “Genç Osman” oyunları da vardır.

                          

Dip Notlar

*Yazıyı aktarırken günlük dilde kullanılan ya da sözlüklerde bulunan kelimelerle şehir isimlerinin bugünkü yazımları tercih edilmiştir: Kastamoni > Kastamonu, Çangırı > Çankırı gibi. Yazıda yer yer görülen dizgi ve tertip yanlışları, fazladan konulmuş ya da kulanılmamış noktalama işaretleri için herhangi bir açıklama yapılmadan ne ise gereği yapılmıştır.

(1) İlgi görmesine.

(2) Özellikle beğenilerini kazanmıştır.

(3)  Oyun sırasında.

(4) Giyim kuşamı.

(5)  Aslı “salta marka”nın kısa adı, bir tür cepken

(6)  Giyilmektedir.

(7)  Pahalı, değerli.

(8) Dar bacaklı ve vücuda yapışık şekilde dikilen, kalçaya gelen kısmı körüklü bir şalvar çeşidi. Karadeniz sahilinde yaygındır.

(9) Aşağıda olduğu gibidir.

                                                                        

Hilâl-i Ahmer, 1 Haziran 1928, s. 2.