Ardında şedid sükut ihataları bırakarak yol alıyor göç kervanı, geriye kalan yokluğun müstağnisi olmak düşüyor kalanlara kala kala, havsalasını yitirmekte müseccel bu devirde bir bir eksiliyor yürek direyenler…

Gölgesinde soluklanmakla müteselli olduğum(uz) Çınar (ağabey) da göç kervanına katıldı.

Muvazenesini kaybeden dünyaya nüktedan duruşuyla/eylemiyle meydan oku(r)du müteveffa…

Teferruat da dahi nokta-i nazarından asla ve kat’a sarfınazar etme(z)di.

Vaktin tebaasına izahı zor Çınar’ca insanların…

Öyle bir vakit ki gün, ortaçağa da arkaik devre de şükrettirircesine, “taş devri”.

Kalpler kalp(azan)…

Vicdanlar suyu kesilmiş dere yatağı.

Azdavay’ın Samancı köyünden, 1952’de başlayan yaşam yolculuğunun Kastamonu güzergahı Ticaret Lisesi’nden ve Çayboyu’ndan geçti, “Fehmi Oran’lar, Edip Nazlı’lar, Koçero’lar ve her biri nevi şahsına münhasır kişilikleri ile Kastamonu’ya mana katanlar ile” yıllara ve yollara meydan okuyan dostlukların mimarı/mayası…

Yıkılmayan / küf tutmayan.

İstanbul’un Beşiktaş’ında otelcilik okudu yükseköğreniminde…

Turizm ama en çok tekstili meslek bildi.

Bilgiç değildi, bilgi biriktiricisiydi, ulaştığı sentezleri yaşamına da aksettiren bir bilgin insandı…

Akademik değildi ama feylozoftu.

Kilometrelerce uzaktan yazılarımı okuduğunu uzun aralıklarla gönderdiği telefon mesajlarından anlardım…

Geldiğinde uğrardı.

İsmi bile mana üreten “Çınar Tekşen”…

Geçtiğimiz Cumartesi günü yolcu eyledik ebedi diyara.

Dört köşe bir masa etrafını dahi doldurmaya yetmeyecek emsalleri ile maziyi konuşacağız yine denk geldiğimizde, o akla ziyan Çınar’lık olayları ilk kez duymuşçasına evvela hayrete düşecek, sonunda da kahkahalara boğulacağız…

Gençlik yıllarında altından eksik etmediği “jeep” Çayboyu’ndan nasıl geçerdi, freni hiç mi tutmazdı, takoz olmasa durmaz mıydı?

Ağlayarak anmamızı istemezdi zannederim…

Yüzünden hiç eksik etmediği muzip tavrından bu fikre varıyorum, o sebeple, gülerek yad edeceğiz daim.

Kastamonu’nun bir devrinin unutulmaz delikanlısı…

Mahallenin ağabeyi.

Rahmet olsun…

Anısı baki.

Not: Kastamonu’nun ana sorunu “gidenin yerini dolduramamak”…

“İnsan varlığı” eksildikçe eksiliyor.

“Ekonomik kalkınma” ve “sosyal gelişme” alanlarını bütüncül olarak kaplayan ve giderayak önüne set kurulamaz bir yoğunluk kazanan “yoksunluk” hali…

Kastamonu’nun “yerüstü kaynakları”nın süratle eksilmesine delalet bu hal.

Çınar Tekşen de “yeri doldurulmayacaklar” listesine eklenerek yerini boşalttı…

Formasını giyecek yok.

Değil evvel zamanları, bu yıl yitirdiğimiz Kastamonulu kıymetlerimizi zihninizden geçirin, ikameleri olası mı?...

Muhsin Altındağ’lardan Ruhi Bey’lere (Kürkçüoğlu).

Kastamonu’nun yakın tarihinin perdesi kederle iniyor…

İnsansı damarlar bir bir kuruyor.

Bilginlerce ciğerlerine nefes üflenmeyen ilin sosyal yaşamı kupkuru kaldıktan sonra ekonomik kalkınma kanat üstüne kanat takıp uçsa dereler tepeler aşsa ne(ye) fayda?...

Mekanik hayatlara para saadet getirir mi?

Not 2: Müzik çalınmayan, şiir yazılmayan, sanatkar çıkar(a)mayan…

Gülmeyi unutan Kastamonu.

Konuşmaktan imtina eden…

Lal Kastamonu.

Kulaklarını tıkayan…

Duymayan Kastamonu.

Çınar Tekşen’den kalan anıların düşük yoğunluklu bir cüzünü dahi yaşayabilecek yeni nesil yok…

Kastamonu nasıl bu kadar çoraklaşabildi?

Hayatın asıl özü nasıl ters yüz edilebildi?...

Gerçekliğin karşısına konulan ayna sahte bir görüntüyü gösteriyor; fizik kurallarını nasıl da yerle bir ettik.

Duruşu olmayan…

Duruş sevmeyen.

Bir yıldız yağmuru aktı geçti…

Dilek tutmayı bile akıl edemeden.

Nüktedan Feylesof (2)

Nüktedan Feylesof (4)

Nüktedan Feylesof (3)

Nüktedan Feylesof (1)