“Gel de yazma!” dedirten bir kitap daha... Artık, 1 Ocak 2024 tarihi itibarıyla sağ elimiz emekliye ayrıldı, çalışmıyor. Biz de mecburen bol bol okuyoruz. Bu keyifli okumalar sırasında, inadına gibi “Bugüne kadar niçin farkına varamadık?” diye hayıflandığımız bazı kitaplar önümüze gelmiyor mu? Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatının önemli gazeteci, hikâyeci ve romancılarından Sadri Ertem’in (1899-1943) Çıkrıklar Durunca romanı gibi. 1929 yılında Vakit gazetesinde tefrika edildikten sonra 1931’de İstanbul’da ilk baskısı yapılan romanın ulaşabildiğimiz baskısı 2001 yılına ait.

               Sadri Ertem; Çıkrıklar Durunca, İstanbul 2001, 124 s. Otopsi Yayınları.

               Kütahyalı bir ailenin oğlu olan yazar, subay babasının görev yeri değişikliği sebebiyle ilk ve orta öğrenimini Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde ve İstanbul’da tamamladı (1914). İstanbul Darülfünunu/Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Şubesini bitirdi (1920). İstanbul’da gazeteciliğe başladı. Kısa bir süre sonra Ankara’ya gelip Millî Mücadele’ye katıldı. Hâkimiyet-i Millîye ve Yeni Gün gazetelerinde çalıştı. Cumhuriyet döneminde gazetecilik, yazarlık ve öğretmenlik yaparak hayatını sürdürdü. 1939’da Kütahya Milletvekili seçildi. Bu görevdeyken 1943 yılında kalp krizi geçirerek öldü. Mezarı, Ankara Cebeci Asrî Mezarlığı’ndadır.

               Roman, hikâye, gezi türündeki eserleriyle tanınan yazarın inceleme ürünü kitapları da bulunmaktadır. Başlıca edebî eserleri ilk baskı yıllarına göre şöyledir:

               Roman: Çıkrıklar Durunca (1931), Bir Varmış Bir Yokmuş (1933), Düşkünler (1935), Yol Arkadaşları (1945), İmparatoriçe ve Saray (1945).

               Hikâye/Öykü: Silindir Şapka Giyen Köylü (1933), Bacayı İndir, Bacayı Kaldır (1933), Korku (1934), Bay Virgül (1935), Bir Şehrin Ruhu (1938).

               Seyahat/Gezi: Kıyılardan Stepe Bir Vagonun Penceresinden (1934), Ankara Bükreş (1937), Sovyet Rusya Anılarım (1989).

               Yazarın ilk romanı Çıkrıklar Durunca’da olaylar, 19.yüzyılın son çeyreğinde Kastamonu, Bolu ve Zonguldak (Karabük ve Bartın doğdu sonradan) illerinde ancak Gerede ağırlıklı olarak geçmekte. O tarihte Gerede’nin yerli dokumalarıyla ünlü Alevi köyü Adaköy (günümüzde Dörtdivan ilçesine bağlı), Kastamonu Vilayeti Bolu Sancağının bir köyüdür. Köyde Hz. Ali’nin türbesinin bulunduğuna inanılan  bir dergâh da vardır. Dergâhın bacıları Dudu ve Esma, “peygamberlik” iddiasıyla çevrede büyük saygı görmektedir. Alevi roman kahramanlarından Dudu’nun kocası Ömer, Hasan ve yavuklusu Hatice de önemlidir. Belirtilen tarihlerde Bolu ve çevresinde asayiş bozuktur. Ormanlar, asker kaçakları ve eşkıyalarla doludur. Eşkıyalardan Pazvantoğlu Musa, Araçlı Kâzım, Deli Bekir, Cin Emin Alevi dokumacılarla iş birliği yapacaklardır. Yerli dokumacılığı bitiren, çıkrıkları durduran Avrupa fabrikalarında dokunan ucuz kumaşların pazarlayıcısı ise Gerede’de Sıddıkzade adlı bir tüccardır. Bütün yerli dokumacılar Sıddıkzade’den veresiye mal aldığı için borçludur. Sıddıkzade, hem Avrupa kumaşlarını satmakta hem de Alevi Sünni çatışmasını teşvik etmektedir.

               Adaköy merkezli çıkar çatışması hem üretim; yerli doluma-Avrupa fabrika üretimi kumaş hem de dinî sömürü; Alevi-Sünni düşmanlığı yönleriyle bölgeyi etkiler. Halk açlık ve yoklukla boğuşmaktadır. Adaköylü dokumacı kadınların Kastamonu’ya gidip kumaş satma, Vali Paşa’ya dertlerini anlatmalarına şiddetle engel olunur. Vali de yerli tezgâhların kapatılması, toplattırılması için emir vermiştir. Bunun üzerine, Kastamonu merkezden yola çıkan kervandaki Avrupa kumaşları Adaköy’de meydanda yakılır. Bu defa, Sıddıkzade taraftarları Alevilerin ateşe taptıklarını iddia edip öldürülmelerini isterler. Adaköy’de Zülfikar Ordusu adıyla bir silahlı teşkilat kurulur (1883 civarı). Başına Pazvantoğlu Musa ve Hasan geçer. Zülfikar Ordusu Mengen ve Devrek’i de geçirince Vali Paşa Osmanlı Ordusundan isyanı bastırmak için yardım ister. Pazvantoğlu’nun kardeşi Süleyman Vali Paşa’nın adamıdır. Ağabeyini ikna eder, teslim olmasını sağlar. Osmanlı ordusu, isyancıları yakalayıp kılıçtan geçirir. Roman, faciayı dile getiren cümlelerle sona erer.

Sadri Ertem, Modern Avrupa İktisat Tarihi (İstanbul 1934) adlı, inceleme ürünü bir kitabın da yazarıdır. Avrupa’da üretimde 18. yüzyıldan itibaren makineleşmenin Osmanlı ekonomisi, toplum yapısı üzerindeki etkilerini çok iyi bilmektedir. Anadolu’nun köylerinde çıkrıklar durup yoksulluk başlayınca, yöneticiler şikâyetlere kulak tıkayınca isyandan başka çare kalmamıştır. İsyanlar ise kan, gözyaşı getirmiştir daima. Ertem’in Çıkrıklar Durunca romanı, 1931’de Dünya Ekonomik Buhranı’nın başladığı bir dönemde okuyucuyla buluşmuş, büyük ilgi görmüş, teknik olarak büyük kusurlarına rağmen bazı edebiyatçılar tarafından Türkiye’de “toplumsal gerçekçilik edebiyatı akımı”nın ilk örneklerinden biri olarak gösterilmiştir.

Romanın az da olsa bir bölümü Kastamonu şehir merkezinde geçmektedir. Geredeli dokumacı kadınlar seslerini Vali Paşa’ya (o tarihlerde AbdurrahmanPaşa vali) duyurabilmek için şehre gelmişlerdir. Nasrullah Camisi, Acem Hanı gibi mekânlardan söz edilir. Biz, yazar Sadri Ertem’in İnebolu-Ankara İstiklal Yolu’nu kullanarak, ünlü olmadığı bir dönemde Kastamonu’dan Ankara’ya gittiği kanaatindeyiz. Gerede üzerinden Cumhuriyet döneminde çok sayıda İstanbul seyahati de olmalıdır.

Kitapla ilgili genel değerlendirmemize geçmeden önce, bu konuda ki makale okuduğumuzu belirtmek bir yazarlık namus borcudur:

Ahmet Demir; “Bir Dönem Romanı: Çıkrıklar Durunca”, Mustafa İsen’e Armağan/Dil ve Edebiyat Yazıları, Ankara 2007, s.113-131.

Yusuf Şeylan; “Çıkrıklar Durunca”, Âşıkça, S 20, Kasım Aralık Ocak 2024, s.28-29.

Romanı değerlendirenlerin biz dâhil tamamına yakını anlatılanların tarihî gerçekçilikle ilgisi olmadığı, yazarın masa başında olayları kurguladığı görüşündedir. Şüphesiz romancının kurgu özgürlüğü vardır ama bu özgürlük bilimin ve bilginin göz ardı edilebileceği hakkını da vermez. Söz gelimi; Alevi bacıların “peygamberlik” iddiasında bulunduklarının yazılması gibi. Alevî “eren” olabilir ama hiçbir zaman “peygamber” olmaz! Ehl-i beyt sevgisi, Aleviliğin temel inançlarındandır. Diğer yandan Vali Abdurrahman Nurettin Paşa’nın Kastamomu Valiliği döneminde (1882-1891) ilde ve sancaklarında bu tür olaylar olmamıştır. Kastamonu’da eşkıyalık olaylarını inceleyen Dr. Fahri Maden’in Kastamonu’da Eşkıyalık (İstanbul 2018) adlı kitabında da benzeri bir olaya rastlanmamıştır. İsyancı Pazvantoğlu Musa’nın lakabı, 18.yüzyıl sonunda Balkanlarda Vidin’de isyan eden Pazvantoğlu lakaplı isyancıyı hatırlatıyor. Vidinli Pazvantoğlu başarılı olup Osmanlı’dan ünvan kopardığı için Gerede’dekinin aynı lakabı kopyaladığını düşünebiliriz.

Gerede ve Alevilik olgusuna da itiraz edenler olmuştur. Çaldıran’dan sonra Anadolu’da peşlerine düşürülüp katledilen Alevi aileler, dağlık ormanlık alanlara kaçıp yerleşmiş olduklarından bizce ters bir olay yoktur. Alevi Bektaşi Bolulu halk şairleri de ortadadır. Bolu’da genel kanaat Alevi köylerin sünnileştiği yönündedir...

Çıkrıklar Durunca, aşk değil bir sosyal düşünce romanıdır. Bu yönüyle ön plana çıkıp teknik kusurlarını, edebî zayıflıklarını gizlemeyi başarmış, bugün de okuyucu bulabilmiştir...