Birkaç gün önce hazırladığı lahmacun içi ile işyerime gelip lahmacun yaptıran bir kamu personelinin İnebolu'ya bakış açısını değerlendirmek istedim.
Görevi icabı 6 ay önce tayin olmuş, İnebolu’ya gelmiş...
Daha önce Adana'da görev yapıyormuş, memleketi ise Gaziantep imiş...
Değil İnebolu'yu, Kastamonu'yu bile neredeyse hiç duymamış yani haritada ki yerini bile bilmiyor...!
"İnebolu'ya ısınamadım" diyor. Çünkü aradığı damak tadını bulamıyor ve Antep mutfağının hasretiyle yanıp tutuşuyormuş...
"Ben buralara nereden düştüm" hayıflanmasıyla geçiriyor günlerini benim anladığım...
Hatta İnebolu gibi küçük bir yerde hiç bulunmadığı gibi, bugüne kadar yaşadığı büyük şehirlerle İnebolu'yu kıyaslama yanlışına düşenlerden...
Bir de yediği her şeyin aşırı acı olmasını marifet sayanlardan!
İnebolu'da yemek kültürü var mı? sorusuyla, yöresel lezzetlerimizden hiç haberdar olmadığını anlıyorum.
Dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Arkadaş Antep mutfağına âşık olmuş bir kere, ne kadar anlatırsam anlatayım bir kulağından girip, diğer kulağından çıkıyor belki de...
Buradan da yazıyorum ki, aynı düşüncede olan herkesin öğrenmesine de vesile olalım...
Yöresel lezzetlerin oluşmasında en büyük etken, bölge halkının ekonomik durumunun ne kadar iyi olduğuyla doğrudan ilgilidir.
Maalesef yaşadığımız bölgenin insanı, uzun yıllardır ekmeğinin peşine düşmüş, iş imkanı olan bölgelere göçmüştür.
Fabrika açılmamış, organize sanayi kurulmamış, 4-5 bin tonluk gemilerin zor girdiği mevcut limanımızın bile 125 yılda geldiği nokta bellidir.
Dolayısıyla halk fakirlikle baş başa kalmış. Bu durum insanımızın karnını doyurduğu yöresel lezzetlerimize doğrudan sirayet etmiş...
Halkımız doğada kendiliğinden yetişen otlardan ve mantarlardan yemek üretmiş, evinde bulunan undan hamur yapmış, yemek olarak tüketemediği otları hamurun arasına koymuş börek yapmış...
Bazen haftada, bazen ise ayda bir defa satın aldığı kıyma ile evinde et ekmeği yapmış, pide içi hazırlamış, fırınlarda kapalı kıymalı pide yaptırmış...
Tavuk suyuna batırdığı yufkalarla "banduma" adını verdiği yemeği tavuk etleriyle ve cevizle süslemiş, sofrasının baş tacı etmiş...
Yani hamur işleri bizim mutfağımızın olmazsa olmazı konumuna gelmiştir.
Et ağırlıklı envai çeşit kebabın yapıldığı yörelerden gelen insanların doğal olarak hayal kırıklığı yaşadığı İnebolu'da tarım ve hayvancılık yapan insan azalmış, bu ürünler de dışa bağımlılık artmıştır.
Arandığında kuzu eti bulunamayan bir mutfakta kebaplardan söz edilemez olmuş, eskiden fırınlarda, günümüzde ise lokantalarda yapılan göveç yemeğini benimseyen halk sabahın köründe göveç tüketmeyi alışkanlık haline getirmiş, kendi çapında meşhur etmiştir.
Son yıllarda Gastronomi alanında adından söz ettiren, 812 çeşit yemeğin, 51 çeşit ekmeğin, 38 çeşit çorbanın bulunduğu Kastamonu mutfağını ülke çapında duyurmak ve tanıtmak için elimizi taşın altına koymalı, büyüklerimizden öğrendiğimiz yöresel lezzetlerimizi unutturmamak adına üzerimize düşeni yapmalıyız.
Adana, Urfa, Antep ve Hatay illerinde yaşayan yöre insanı, gittikleri her yere yerel tatlarını ve mutfak kültürlerini götürerek hem alışık oldukları damak tadından uzaklaşmamış, hem de yemek kültürünün başkaları tarafından kabul görmesini sağlamıştır.
Bizler de yemek kültürümüzü gittiğimiz her yere taşıyarak mutfak zenginliğimizin herkes tarafından tanıtılmasına katkı verelim ki; Kastamonu mutfağı hak ettiği konuma gelsin.
Sonuç olarak şu fikrimi de paylaşmadan edemeyeceğim;
İnebolu, Kastamonu ve diğer ilçe halkları olarak çocukluğumuzdan itibaren alıştığımız damak tadıyla, mutfak kültürümüzle ve sahip olduğumuz zenginliklerle iç içe yaşamaktan mutluyuz
Yediklerimize aşırı acı biber koyarak, ağzımızın yanması, gözlerimizin yaşarması, bağırsaklarımızın bozulmasına alışmamışız.
Herkes kendi kültürüyle yaşasın, başkalarına da empoze etmeye çalışmasın...