“Atatürk’ün Kastamonu’ya Gelişleri, Şapka ve Kıyafet Devrimi” günlerinin anlam ve önemine binaen; gazeteci, yazar, siyasetçi ve diplomat Mehmet Ruşen Ünaydın’ın (18 Mart 1892, İstanbul-21 Eylül 1959, İstanbul) “Atatürk’ü Özleyiş” kitabı elimde, su gibi akan bir kaynak…
Devrimin “baskın” değil de aslında bir evrimsel sürecin sonunda geldiği gün gibi ortada.
1920 yılında Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin çağrısı üzerine İnebolu yoluyla Ankara'ya giderek Türk Kurtuluş Savaşı'na katıldı “Mehmet Ruşen Ünaydın”…
Vatanperver.
Kitapta “Kastamonu” geçen bir pasaj…
“Kimi akşam, hiç saraydan çıkmadan da, sofrasındaki misafirlerden mesela Büyükada'da oturanlara söz arasında: - 'Siz yarın, bir beyaz şapka giyin. Onunla köprüden geçin. Onunla vapura binin. Onunla Ada'da herkesin içinde dolaşın. Bakalım ne diyecekler!' derdi. Gelişigüzel gibi ortaya attığı bu sözden iki üç hafta sonra bir akşam Ankara'ya dönerdi. Orada iki üç gün kalırdı. Oradan da bir sabah erken Kastamonu'ya, İnebolu'ya yolculuk ederdi. Oralarda halka kıyafet nutkunu, şapka nutkunu söylerdi: yeni yasaya temel kurardı. Nasıl ki şapkayı bütün orduya giydirmeden önce, bir akşam İzmir'den Ankara'ya dönerken ilkin kendi yaverlerine ve muhafız alayı subaylarına giydirmişti. O'nda o kudret vardı ki, tarihin bir çağına başlı başına kök olabilecek bir devrimi, bir günlük hayatının tabii ve normal olayları arasında bir neşe anında kendiliğinden şöylece doğuvermiş bir sürpriz biçiminde ortaya atıverirdi: Mesela bir akşam Dolmabahçe Sarayı'ndan Sarayburnu Parkı'na giderdi. Mısırlı muganniyeyi dinlerken Türk harfleri değişimini İstanbul'a haber verirdi. Türk milletinin kolay okumaktan, çabuk yazmaktan ve asrın ileriliğine ulaşmaktan şu bu sebeple alıkonmasına artık göz yumulacak zaman kalmadığını halka bildirirse halkın bunu yadırgamayacağını sezerdi. O neşe içinde duyulacak alkışların onun yüzüne gülmekten değil, düşüncelerini beğenmekten ileri geleceğini en iyi ve en doğru O kestirmişti... O'nun 'ani' ve 'fevri' keyif hareketleri yoktu. Uzun uzun önceden düşünülmüş, ilerisi gerisi ölçülüp biçilmiş kararlı hareketleri vardı: Yeni harfler komisyonu Sarayburnu nutkundan aylarca önceden beridir Ankara'da kurulmuştu; aylardır da Galatasaray'da, Dolmabahçe Sarayı'nda çalışıyordu...”
Şapka ve Kıyafet Devrimi “baskın” gelmedi…
Ölçe biçe, tarta düşüne, hesap edile geldi.
Özü…
“Zihniyet Devrimi” idi.
(Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Vatan Yolunda” kitabı da Kastamonuluların fikri radarına girmesi lazım bir kaynak…
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Milli Mücadele esnasında İstanbul’dan vapurla geldiği İnebolu’dan Ankara’ya geçerken Kastamonu’da da konakdı.
Ramazan ayıdır…
“Mahzun mahzun hanımıza dönerken bir de ne görelim, iki genç adam, adımı söyleyerek bana doğru gelmesinler mi? Bunlardan birini yüzünden tanıyacak gibiydim. Ama öbürünün çehresi tamamıyla yabancıydı. Nitekim, biri adını bildirince kim olduğunu hemen hatırladım. Bu, beş altı yıl evvel İstanbul'da bir gazetenin Yazı İşleri Müdürlüğü'nü yaparken bir müddet yanımda muhabir olarak çalışmış bulunan Faik Nüzhet. Öbürü de Kastamonu' da, şimdi adını unuttuğum bir günlük siyasi gazetenin Başyazarı İsmail Hatip (‘Habib’ olmalı) idi. Her ikisi de o gün Kastamonu'da bulunacağımı İnebolu'daki Anadolu Ajansı muhabirinden öğrenip beni ziyarete gitmekteymişler. Bu güzel tesadüften sonra Kastamonu'da geçirdiğim 24 saatin ağırlığı hayli hafiflemişti. Zira, bu iki genç orada Milli Mücadele'nin fikir cephesini temsil etmekteydi ve onlarla daldığım hasbihallerde tadına doyulmaz bir haz bulmuş, hatta gençlik ümitlerimin, heyecanlarımın tazelenip bana yeni bir kuvvet verdiğini hissetmiştim.”
Milli mücadeledeki Kastamonu basını…
Şandır, şereftir, mirastır.)
(Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Vatan Yolunda” kitabındaki başka bir “Kastamonu “pasajı ile, önümüzdeki yazılardan biri olacak olan, “Refet Paşa’nın Kastamonu/İnebolu Günleri” konusuna giriş yapalım…
(Arabamıza binmek için kasabanın dışındaki bir meydanlığa çıktığımız vakit karşıki yoldan bir mızraklı alayının atlar üstünde bizden yana ilerlediğini gördük. Bu ilk gördüğümüz Anadolu askeri kuvvetlerinden bir birlikti ve uzun, ince kargıları ucunda çırpınan kırmızı bayrakları bize cepheden müjde getirir gibiydi. Çankırı'da tanıştığımız bir genç subay bize hayran hayran bakıp dururken:
- Bu, dedi, Refet Paşanın süvari bölüğüdür.
Ben, yüreğim ağzıma gelerek:
- Paşa da başlarında mı? diye sordum.
Subay:
- Hayır, dedi, o dün gece otomobille Kastamonu üzerinden İnebolu'ya hareket etti.
- İnebolu'ya mı? Niçin?
- Sanırım, biraz deniz havası alıp dinlenecek.
Biz böyle konuşurken mızraklılar bulunduğumuz meydanlığa varmışlardı. Burası çayırlık ve ağaçlık bir yerdi. Biraz sonra hepsi atlarından inip küçük bir derenin kenarına yayılacaktı. Er ve subay o kadar güzel giyinmiş, o kadar tendürüst idi ki parmağımız ağzımızda kaldı. Bunların kılık kıyafetçe, üst baş temizliğince İstanbul'da gördüğümüz İngiliz ve Fransız askerlerinden hiç farkı yoktu. Üstelik her biri göze ve gönüle ferahlık saçan bir gençlik şevki, şetareti içindeydi. Kendimizi tutamayıp alkışlamağa başladık.”)
Not: Milli Mücadele döneminde Kastamonu’yu içeren kitaplar dizini olsa…
Vatanperver okur için ne kolaylık.
Hem de…
Kastamonu’nun yakın tarihine tutulan fener olur.
Tarihin “roman” üzerinden daha “doğru” ve “ayrıntılı” okunduğu fikrine varmam yeni değil…
Yorumu okurun çıkarmasından yanayım.
“Tarihçi” anlatımının bezdiren dilinden asude…
“Nehir” hızında.
