Aristo mantığının çok bilinen, çok dile getirilen "insan düşünen bir hayvandır" örneğini çok dikkate almadan daha güncel ve daha yeni , hayatımızı kolaylaştırmak yerine zorlaştıran mantık hatalarından bahsetmek istiyorum. Batılı filozofların kademe kademe bir hayvan benzetmesi hep vardır.

Zaten. Thales "İnsan araştıran bir hayvandır " derken Sokrates "İnsan sorgulayan bir hayvandır" der. İnsanı tanımak için diğer canlılarla benzeşmesi ya da ayrıştığı özellikleri bakımından bu ayrım yapılıyor. Bazı gelişimini tamamlamış kemale ermiş insanımız da bu batılı yaklaşımları reddeder ve der ki İnsan"

Kainatın efendisidir". Asla bir hayvana benzetilemez. Başlar eleştirmeye. Reddeder tümden batılı yaklaşımları İnsana dair hiç bir yaklaşımı toptancı bir düşünce yapısıyla kabul etmek ya da reddetmek bizi yanılgıya düşürür. Çünkü insanın farkıda burda zaten. Bir bitkinin genetiğini çıkarıp nasıl bir ürün elde edebileceğinizi önceden planlayabiliyorsunuz. Uygun koşulları oluşturup istediğiniz bitkiden istediğiniz ürünü elde edebiliyorsunuz. Bir kök domatesten kaç kilo domates alacağınızı büyük oranda belirleyebiliyorsunuz. İnsan unsuru öyle değil ama. İnsan haklarına aykırı da olsa bu konuda tarihte gayri meşru, insan ırkı üzerine çalışmaların olduğunu tarihten öğrenmekteyiz. Ve günümüzde genetik biliminin geldiği son noktayı da hayretle öğrenmiş bulunuyoruz. Ancak insan kendisiyle uğraştığında hep başarısız olur. Bu sonucu önceden bilinen beyhude bir uğraştır. Elbette insan önce kendini tanımalı. Özelliklerini, güçlü yanlarını, zayıf taraflarını öğrenmeli. Ancak bunu bir uğraş haline getirmemeli. Didişmemeli kendisiyle. Çünkü böyle bir çabanın sonu savaşa evrilecektir. Kaybedeni de yine insanın kendisi olacaktır. Tanımak, bilmek ve öğrenmek en güzelidir.

Şimdi gelelim düz mantık hatalarına. Hayat iki karşıtlık üzerine kurulmamıştır. Karşıtlıklar denge kurmak için vardır. Evet ben bir Beşiktaşlıyım. Siyah-Beyazı çok severim. Ama hayatın iki rengi yok sadece. Hayatı anlamak, kavramak için iki tercihli seçenekten fazlası, iki yönden, iki kutuptan fazlasını

bilmemiz ve değerlendirmemiz gerekiyor. Kaldı ki doğu - batı , güney-kuzey gibi yönler bile duruma göre anlam kazanıyor. Örneğin Ankara da yaşayan biri için Sivas doğu olurken Erzurumda yaşayan birine görebatıdır. Ankara Kastamonu' da yaşayan bizler için güney kenti olurken Antalyada yaşayan biri için kuzey kentidir. Artık kişisel normaller var. Tıptaki adlandırmalar bile her geçen gün değişebiliyor. Herkesin normali değişiyor. Bir kişi için normal tansiyon seviyesi başka bir kişi için yüksek tansiyon olabiliyor.

Aşk mı? Para mı? Dostluk mu? Arkadaşlık mı? Sevgili mi? Eş mi? Kalabalık mı? Yalnızlık mı?

Sağcı mı? Solcu mu? Çağdaş mı? Gerici mi? vs. Örnekleri çoğaltabiliriz. Ama her birinde aynı mantık

hatalarına rastlamamız kesin gibi. Çünkü hayat bize iki seçenekten fazlasını sunmuş. Bu seçenekleri görmemek, görmezden gelmek öncelikle Yaradan’a karşı nankörlük olur. Her zaman bir üçüncü yol vardır. Üçüncü göz olduğu gibi. Aşk mı, Para mı? Düz mantıkla verilecek her iki cevapta bizi yanılgıya düşürecektir. Aşkı tercih edip parayı reddedenler bir süre sonra "aşkla karın doymuyor" demeye başlayacaktır. Parayı tercih edip aşkı reddedenler "paralı aşk" yaşamaya başlayacaktır. Çünkü insan iki tercihten birini yapmak zorunda bırakılmamalı. Çünkü insan fazlasına ihtiyaç duyar. İnsan kendi doğasına aykırı işlere kalkıştığında Maslov'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde bulur kendini. Arkadaşlık mı ? Dostluk mu? Neden böyle bir karşılaştırma yapılır ki hiç anlamış değilim. Birisi zaten diğerinin tamamlayıcısı durumunda iki kavram.

Sevgili mi? Eş mi? Yani sevgli olarak mı kalınmalı yoksa evlilik mi yapılmalı ikilemi. Evlilik aşkı öldürüyor mu gerçekten. Neden böyle bir kıyaslama yaparız ki. Çünkü evlilikte yıpranma vardır. Metal ve mental yorgunluk vardır şüphesiz. O zaman insan varlığının temelini oluşturan evlilik müessesesi yok edilirse ne gibi felaketler insanoğlunu bekliyor hiç düşündük mü? O zaman evli iken sevgili olmanın yollarını araştırmak gerekiyor. Paralı aşk yaşamak zorunda kalmamak için parayı da aşkıda aynı oranda yaşatmak gerekiyor. Kalabalık mı? Yalnızlık mı? Bu da yine karşılaştığımız en büyük mantık hatalarından biridir. Günümüz insanı yalnızlığı çok fazla tercih etmektedir. Bunun haklı sebepleri de vardır elbet. Kişiler arası ilişkilerin güvensiz hale gelmesi insanımızı yalnızlaştırmaktadır. Ancak bunu bir yaşam tarzı haline getirirseniz sanal arkadaşlıklar kurar ve sanal sohbet odalarına para ödemek zorunda kalırsınız.

Hayvanları ve bitkileri elbette sevelim ama onlar bizim sosyal anlamda bir eksikliğimizi giderecek canlılar değildir. Yalnızlığı yaşam tarzına dönüştürürsek bitkilerle aşk yaşamak, kedilerle dostluk kurmak zorunda kalırız. Bir köpeğin annesi, bir kedinin babası olarak takdim ediliriz ya da bir yakını. Zoraki katıldığımız toplantılarda saatlerce konuşan kişiyle göz teması kurmak yerine duvarda ki herhangi bir tabloya iş olsun diye bakmak zorunda kalırız. Hatta bir süre sonra tablonun bize birşeyler anlattığını bile düşünmeye başlarız. Kalabalıklar içinde de yalnızlaşmaya başlarız ki bu da soyal bir varlık olan insanın doğasına aykırı bir mantıktır.

Bir çoğumuzun istekleri ve arzuları birbirine benzeyebilir ama aynısı değildir. Çünkü ihtiyaçlarımızda aynı değildir. Birimize iyi gelen bir diğerimize iyi gelmeyebilir. Onun için insanların istek ve arzuları aslında parmak izlerine benzer. Çakıl taşları gibidir insanoğlu. Her biri birbirine benzese de hiç biri diğerinin aynısı değildir. Bundan dolayı kişilerin bireysel özellikleri ve farklılıkları dikkate alındığında kategorik yaklaşımların doğru olmayacağını bilmemiz gerekir ve her insanın aslında biricik olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Şunu hiç düşündünüz mü? Aynı numara ayakkabıyı giyen iki kişi aynı marka ayakkabıyı bir hafta giysin. Sonra bilgileri olmadan ayakkabılarını değiştirin. o ayakkabının kendisine ait olmadığını anlayacaktır. Marka ve ebatları aynı olmasına rağmen bir hafta giymek kişinin o ayakkabıya kattıkları ayırt edici bir özelliğe dönüşüyor. Farklılıklarımız zenginliğimizdir prensibiyle hareket edip ayrışmaya değil birleşmeye ve bütünleşmeye çalışmalıyız.

Aristo mantığının "insan düşünen bir hayvandır" görüşü, Thales' in "İnsan araştıran bir hayvandır" ve Sokratesin "İnsan sorgulayan bir hayvandır" prensibi aslında hep insanı tanımaya yönelik çalışmaların aşamalarıdır. Aslında İslam felsefesi bunların hepsini bünyesinde barındıran bir görüşe sahiptir ki bu; " Eşref-i Mahluk " Yaratılmışların en şereflisi ve "Esfelessafilin" Aşağıların en aşağısı prensibidir. Kategorik olarak yaratılıştan gelen hiçbir özellik kişiyi çok şerefli ya da aşağılık yapmaz. Sonradan kazanılan özelliklerimiz, kendimizi gerçekleştirme düzeyimiz bizi iyi insan, kötü insan, şerefli yada şerefsiz yapar. Bir insan düşünür, sorgular ve araştırırsa hayvan değil insan olma mertebesine erişir. Batı felsefesinin tersine düşünmeyen, araştırmayan ve sorgulamayan insan, İNSAN değildir.

Kadir ARMAN