Düş yollara, düş peşindeysen…

Bu günlerde biraz mutsuzum, moralim bozuk.

İyice yaşlandım sanırım. Artık eskisi gibi keyifli başlamıyorum güne, Ilgaz bile deva olmuyor bana.

Gazeteleri açıyorum gündem ya siyaset ya da spor. Televizyon desen kavga üzerine kurulu yarışmalar açık oturum ve kan kin dehşetin kol gezdiği 3 saat boyunca kadınların ağlaştığı erkeklerin dövüştüğü bağrışanların bir şeyler anlatmaya çalıştığı dizilerle dolu.

Sosyal medya desen tam bir çöplük, paylaşılanların çoğunluğu yalan, dolan sahtekârlık üzerine.

Böyle depresif zamanlarda benim tek ilacım var o da uzak yollar olur bilirim. Uzak tepelere karşı dayanılmaz bir istek duyarım. Jack London “ Beyaz Diş” romanında anlattığı o doğaya çağrıyı hissederim.

Çıktım yola.

Çıktığım bu yolun bittiği yere kadar gitmek istiyorum. Nere olursa.

Dağlara doğru gidiyorum. Yağmur atıştırmaya başladı

Seydiler, Ağlı sonrasında Şenpazar yolundayım.

Karaçam, Sada sis altında. Tepeleri saran beyaz bulutlar meşelerin gri dallarına kandil misali su damlalarını asıyor. Dereler berrak değil çamurlu bir su taşıyor ötelere.

Beşevler Muhtarı

Yolun bittiği yer…

Öyle bir yer var mı acaba.

Bilmiyorum ama ben şu anda Soğuksu’dan aşağı iniyorum. Bir yanımda dere bir yanımda sisli tepeler. Yol da yolcu da belirsiz bir meçhule doğru gidiyor. Bu yollardan epey gelip gitmişliğimiz var. Yol üstünde bir molaya duruyorum.

Cide Beşevler köyü girişinde bir yanına Türk bayrağını bir yanına köy tabelasını alan motosikletiyle bekleyen Muhtar Hasan Akyol’u görünce durup laflıyoruz.

Dereden tepeden, köprüden, menfezden konuşurken laf lafı açıyor. Biz artık gidelim desek de çayımı içmeden bırakmam diyerek bizi Akbayır girişindeki Türk Market e çağırıyor. Kapı önünde bir masada muhtar Hasan ve birkaç köylüsü ile oturuyoruz.

Tam karşımızda ki evde yaşlı bir teyzem kapıyı açıyor, kapıdaki kurt köpeği birden hareketleniyor. Bir gözü yukarıda bir gözü sokaktaki diğer köpeklerde, kuyruk hareketi hızlanıyor. Teyzem elindeki poşetten ekmekleri onun yiyeceği alana bırakınca koşuyor.

Çaylar tazeleniyor,

Sokaktan geçen köylüler muhtara bizlere selam verip, teyzemin halini hatırını soruyor ve sokaktaki köpeklerle birlikte uzaklaşıyorlar.

Cide Çamdibi Muhtarı

Gilivri’nin Mini Kebecisi Türk Market

Tuncay Türk market sahibi çay yapmış birlikte yudumlarken gözüm etrafa takılıyor. Yok yok burada. Tıpkı bizim Kebeci market gibi. Bir evin neye ihtiyacı varsa burada bulursun hatta ev yoksa onu da yaparız diyor.

Kasap, manav, şarküteri, hırdavat, züccaciye kısaca tek başına AVM.

Muhtara, Tuncay’a veda ediyorum,

Nereye yolculuk kısmetse diyorlar,

Yolun bittiği yere gidiyorum.

Ve Çayyaka’da yolum bitiyor.

 Karşıda Karadeniz var. Güble diyorlar ve burası yalı olarak geçiyor.

Kış günü ıssız kimsesiz sahilde yolumu bitiren Karadeniz’in kıyısındayım.

Karşımda kuş kayası var. Karabatakların deniz kuşlarının güvenli evleri, her yere ve herkese uzak. Hemen önündeki küçük kayaya köpek kayası diyorlar. Biraz köpeğin başını andırdığını iddia edenler var. Gözden uzak olan yer kadınlara ayrılmış. Kadınlar plajını hazır kimse yokken fotoğraflıyorum. Bir kaç kayalık daha var yuvarlak olana harman kayası, yanındakilere küçük tak tak hemen yanı başındakine de büyük tak tak diye yerel olarak isimleri var.

Üzerinde yürüdüğüm sahile balıklo ileride görünen ise çoban kalesi.

Dere kenarında balık yemekleriyle meşhur Ömer abinin yeri var.

Kayalıkların üstünde Ahmet Yemsel’lerin çay bahçesi gözüküyor.

Askerlerin alamadığı, çobanların zapt ettiği kale…

Hikâyesi olan her şeye karşı ilgi duyarım. Çünkü ben de bir hikâyeci sayılırım yüzden bu kaleden ziyade öyküsü çok ilgimi çeker.

“Cide'de. Çayyaka ve Akbayır arasında bulunan kale, denizden 60 metre yukarıda doğal kayanın üstüne yapılmıştır. Çoban Kalesi olarak bilinen kale Cenevizliler (kimi kaynaklara göre Romalılar) zamanında deniz güvenliğini sağlamak amacıyla kullanıldığı sanılmaktadır. “

Kalenin Türkler tarafından fetih edilmesi ilginçtir.

Türkler kaleyi fetih etmek için uğraşırlar başaramazlar kadar sarp ve ulaşılmaz ki ne yapsalar olmaz. Bir gün isimsiz bir çoban aklından geçen fikri komutana söyler. Denemekte fayda var diyerek fikri uygulamaya koyarlar.

Çoban sürülerinin boynuzlarına kandiller bağlar ve bir gece askerlerle kaleye hücum ederler. Cenevizliler kalabalığı görünce korkarlar ve kaleye bir daha geri gelmemek üzere terk ederler. O gün bu gündür kalenin ismi çoban kalesi olarak kalır.

Bir yalnızın not defterinden…

Ben yalnızlığı severim.

Şimdi olduğu gibi yolun bittiği yerde oturup yol boyunca olanı biteni düşünürüm. İçsel bir muhasebe yaparım.

Burası kışın daha bir güzel sanki.

Sessiz sakin ve ıssız.

Bir ben var bir de Karadeniz ve onun hırçın çocukları karabataklar özgür deniz kuşları.

Kimse kimseye karışmıyor, Balıkçı şef dalmış düşüncelere, karabataklar esen yelde ıslanan tüylerini kurutuyor, Karadeniz desen milyon yıldır aynı.

Cide dağlarındaydım…

Yağmurlu sisli soğuk bir gündü.

Yolların bittiği yeri başlangıç yapıp yüzümü döndüm dağlara doğru.

İsimsiz bir dağ başında bir çeşme başında durdum.

Karşımda bir kayın ağacı vardı altı kardeşiyle birlikte göğe doğru uzanmış.

Gittim sarıldım,

Bir kardeş de ben olayım ister misiniz diye…

Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirinde anlatır ya,

Bir derdin varsa açabilirsin ağaçlara;

Ağaç yaprak verir, sır vermez rüzgâra

Ve kış yaz,

Dalda kuş eksik olmaz.

Dağ başında duman.

Senin Ilgaz’ın var dedi kayın,

Yol orada,  yolcu sensin hadi durma git…

Kastamonu-Cide 14 Şubat 2024

Cebrail Keleş-Balıkçı Şef

D J I 0474D J I 0441Balıklo Sahili