Dünya’da giderek artan tüketim çılgınlığını bu hafta konuşacağız ama öncelikle Siyonist markalara boykot uygulamasını hatırlatalım. Marketlerden alışveriş yaparken markanın Siyonizm ile bağını, İsrail’in uyguladığı soykırıma destek verip vermediğini araştıralım.

Dünya’da kapitalizmin hâkimiyeti giderek artıyor. Kapitalizm ise varlığını kişilerin tüketimi ile sürdürebilmektedir. Çünkü kapitalist, üretim tesislerinde ürettiği malı satmalıdır ve bunun için de toplumun geniş kesimlerinin tüketim yapması gereklidir. Örneğin; 1950’lerde yaşayan dedelerimiz, ninelerimiz aybaşında un, şeker, yağ gibi temel ihtiyaç maddelerini toptan alırlardı ve bunun dışında önemli bir harcama yapmazlardı. Günümüzün ailesi ise hemen hemen her gün üç harfli marketlere uğruyor, alışveriş internet sitelerinden alışveriş yapıp duruyorlar. 1950’lerde bir ayda satın alınan mal sayısı iki elin parmakları kadardı ama günümüzde ortalama bir aile belki yüzden fazla farklı ürün satın alıyor. Kapitalizm ise bu tüketim artışını nasıl sağlıyor? Kredi kartları, reklamlar, banka kredileri gibi araçlar sayesinde bu tüketim artışı sağlanıyor.

Kredi kartlarının elbette faydaları var. Mesela geçen hafta kayıtdışı ekonomiyi ele almıştık. Kayıtdışı ekonomiyi ortadan kaldırıp devletin vergi kazancını artırıyor, yasa dışı gelirlerin aklanmasını zorlaştırıyor. Ama bir de olumsuz yönü var. İnsanlar kredi kartı olunca kendi maddi güçlerine güvenleri artıyor ve nakit alışverişte yapmayı düşünmediği harcamaları yapıyorlar. Akademik araştırmalara göre kredi kartları kişilerin harcamalarını ortalama %10 ile %25 arasında artırıyor. Şunu bir düşünün, hesap kesim tarihinden hemen sonra yapacağınız alışverişin parasını aşağı yukarı 40 gün sonra yapıyorsunuz, harcamalarınızı faizsiz taksite böldürebiliyorsunuz. Bu devirde bankalar gibi kârı oldukça önemseyen kurumlar neden size böyle bir iyilik yapsınlar? Babalarının hayrına mı yapıyorlar? Bunu şu örnekle açıklayalım. Antalya’da ailece bir tatile gittiniz ve kredi kartı ile ödediniz. Kredi kartı da size 6 veya 12 ay taksit yaptı. Neden? Çünkü eğer taksit yapmasaydı siz o tatile gitmeyecektiniz. Banka da otel de para kazanamayacaktı. Elbette bir açıdan bakarsanız kredi kartı sayesinde normalde gidemeyeceğiniz tatile gitmiş dinlenmiş oluyorsunuz ama başka bir açıdan baktığınızda bir haftalık tatil için 6 veya 12 ay çalışıp ödeme yapıyorsunuz. Öde öde bitmiyor.  Sonuçta kredi kartının tüketimi ve harcamaları artırdığı, tasarrufu azalttığı gerçek…

Bir başka araç da reklamlar… Televizyonu açıyorsunuz, program araya girdiğinde bilmem kaç dakika reklam sürüyor. İnternete, Youtube’a veya İnstagram’a girdiğinizde zırt pırt reklamlar karşınıza çıkıyor. Bir de aile içinde “çocuğa şunu alalım mı?” diye konuşuyorsunuz, iki dakika sonra internete girince karşınız çocuk ürünleri, oyuncak reklamları çıkıyor. Sanki cep telefonlarımız bizi dinliyor ve ona göre karşımıza reklam çıkarıyor gibi… Bir film seyrediyorsunuz aktör, vuruyor kırıyor, gökdelenden atlıyor, helikopterden helikoptere atlıyor, 100 kişiyi dövüyor, allem edip kellem edip koca mafya çetesini çökertiyor. Sonra falanca marka otomobile binip gidiyor veya kafeye oturup falanca marka içecek içiyor. Sonra siz de o kahraman aktör gibi olmak istiyorsunuz ama onun yaptıklarını yapmanız mümkün değil. Ne yapıyorsunuz? Aktörün kullandığı otomobili alıyor, içtiği içeceği içiyorsunuz. Bir çizgi filmde kaplumbağa benzeri karakterler zırt pırt pizza yiyor. Sonra o çizgi filmi seyreden çocuklar büyüyor ve sürekli koca koca pizzaları yemeye başlıyorlar ve toplum bir anda şişmanlıyor. 1950’lerde neredeyse toplumda hiç şişman yoktu ama şimdi…

Reklamların her zaman doğru olmadığı da bir başka gerçek. Bir mısır gevreği üreticisi “en önemli öğün kahvaltıdır” diye reklam yapıyor. Halbuki bunu destekleyecek akademik hiçbir araştırma yok. Ama o reklamdan sonra toplumda “en önemli öğün kahvaltı” algısı oluşuyor. Tüm markalar en iyi ve kalitelisini kendilerinin yaptığını iddia ediyor, ama bu markalardan sadece biri doğru söylüyor. Sonuçta doğru olmasa bile reklam, toplumda algı oluşturabiliyor.

Aşırı tüketim ise bireysel maddi gücünüzü ne yapıyor? Bunu Diderot’un hikayesini anlatarak açıklayalım. Öncelikle Diderot’un, önemli bir filozof ve yazar olduğu bilgisi ile başlayalım. Diderot büyük bir borç yükü altına girer ve zor duruma düşer. Rus imparatoriçesi ise bunu öğrenince hayranlık duyduğu Diderot’un kütüphanesini oldukça iyi bir paraya alır ama kitapları Diderot’a bırakır. 25 yıllık maaşını da peşin vererek onu işe alır. Diderot artık zor durumdan kurtulmuştur veya kurtulmuş mudur? Diderot bu kadar büyük para alınca önce uzun zamandan beri almayı düşündüğü ama parası olmadığından alamadığı bir sabahlık alır. Sabahlık çok güzeldir. Ama sonra Diderot, evdeki eşyaların sabahlıkla uyumlu olmadığını fark eder. Nasılsa parası vardır. Mobilyaları değiştirmeye başlar ama bir türlü uyumsuzluk ortadan kalkmaz. Sonra bir gün fark eder ki kendisine verilen paralar suyunu çekmiş. Bunun üzerine “Eski sabahlığım için pişmanlık” diye bir yazı yazar. Literatürde “Diderot etkisi” diye bir kavram vardır. Bu etkiye göre satın aldığımız ürünler bizim kişiliğimizin bir parçası haline gelir ve bu ürüne uyumlu başka ürünler satın alır ve sonuçta kişinin tüketimi artar.

Diderot’un hikayesi bize neyi gösterdi? Kişi tüketimde aşırıya kaçarsa tasarruf yapamaz ve tasarruf yapamazsa da gelecekte maddi olarak zor duruma düşebilir. Bunu ülke bazında ele alalım. Bir ülkede insanların çoğu aşırı tüketim yaparsa tasarruf yapamaz. Bir ülkede tasarruf yapılmazsa yatırım yapmak zorlaşır. Yeni üretim tesisleri, fabrikalar açılmaz. İstihdam imkanları azalır. Ülke içeride üretim yapmadığı için kişilerin tükettikleri ürünler dışarıdan ithal edilir. Dış ticaret açığı artar. Öte yandan bireyler aşırı tükettikleri için borçlanırlar. Aileler dağılır.

Türkiye’ye bir bakalım. Sabah “Açız” diye sosyal medyada mesaj yazan adam öğleden sonra uçağa atlayıp Antalya’ya, Akdeniz adalarına tatile gidiyor; akşam elinde şarap kadehi ile fotoğraf çektiriyor. Kafelerde fiyatlardan hepimiz şikayetçiyiz ama kafelere gidenler boş masa bulamıyor. Bizden kat be kat zengin İsveç, Finlandiya, Hollanda gibi ülkelerde insanlar pazardan ikinci el giysi giyerken biz butiklerden çıkmıyoruz. Bizden daha zengin Fransa, Almanya’da insanlar evlerinin içini 15 derece sıcaklığa göre ayarlayıp doğalgaz yakarken biz ev içinde tişörtle dolaşıyoruz. Sonra da “Hayat pahalandı” diyor, üzülüyoruz. Aslında İsveçli, Hollandalı, Alman gibi tüketsek hayat pahalılığından fazla zorluk yaşamayacağız. Bazı şeyler aslında bizim elimizde. Ya Diderot gibi tüketir ve sonra maddi zorluk yaşarız veya hayatımız boyunca bütçemize göre davranıp tüketiriz ve hayatımız boyunca maddi zorluğa girmeyiz. Karar bizim.

Prof. Dr. Serkan DİLEK

Kastamonu Üniversitesi