Kastamonu’da beklenen kar yağışı yükseklerde başladı Kastamonu’da beklenen kar yağışı yükseklerde başladı

Bir ağaç dibinin toprağını kabartan ve o civarda yalnız çalışan bir işçinin önünde Atatürk durdu. İşçiye o kadar yakındı ki, çapasının kalkıp inmesinden fırayan toprakların küçük parçaları Atatürk’ün zarif düzgün ayakkabılarını okşuyordu. Önünde duran, karşısına dikilen bu vakitsiz zaire işçi bakmadı bile. Bu vaziyette epeyce sessiz durduk ve seyrettik. İşci ne kendine, ne de çapasına bir an dinlenmek fırsatı vermiyordu. Atatürk: 
-Nerelisin çocuğum? 
Sualini işçiye doğrulttu; çapasını yere dayayan işçi; 
– Kastamonu’luyum beyim!
– Kastamonu’nun içinden misin? 
– Hayır köyündenim. 
– Askerlik yaptın mı? 
– Yapmaz olur muyum? 
– Harp gördün mü? 
Sakarya muharebesinde bulundum. İzmir alındıktan bir kaç ay sonra tezkere aldım.
Pehlivan yapılı Sakarya gazisinin cevabından haz ve zevk duyduğu, fakat kendisini tanıtmak istemediği için olacak Atatürk’ün işçiye son sorgusu: 
– Sen güreşir misin? Oldu. 
Bu suale kadar ciddi bir çehre ile gözünü kırpmadan cevaplarını veren işçi gülümseyerek mütevazi bir tavır aldı ve: 
– Güreşmez miyim? Dedi.
Ne yalan söyleyim, toprağı çapalarken, yeri sarsan darbelerine şahit olduğum, otuz beş yaşlarında gürbüz yaradılışlı, pişkin vücutlu, yay gibi atik, ve tetik bakışlı, çelik bilekli Kastamonu’lu ile güreşmemi Atatürk’ün teklif edeceğinden heyecana düşmüştüm. 
Bereket versin başını gülerek bana çeviren Atatürk gözlerini kırptı ve işçiye dönerek: 
– Benimle de güreşir misin? dedi. 
Ben işçiye büyük muhatabını anlayabilmek imkânını ararken Atatürk:
– Bırak çapanı ileri gel! Emrinde bulundu. 
Bu emre tereddütsüz tebaiyet eden Kastamonu’lu çapasını bıraktı. İlerledi ve el ense etmeye hazırlandı. Ben seri bir hareketle işçinin arkasına geçerken Atatürk ile Kastamonu’lu güreşe tutuşmuşlardı. 
Atatürk’ü; bütün ciddiyet ve var kuvveti ile saran ve sarsan Kastamonulu’dan kurtarmak için Atatürk’e göstermeden ve hissettirmeden bir çelme attım, Kastamonu’lu yere yıkıldı. 
Fakat hemen ayağa kalkan işçi mağlubiyetini saymadı. Kısa bir münakaşa oldu. Müşkül vaziyetteydim. İşçinin bir ayağının dayandığı toprağın kaymasından dolayı yıkıldığını yoksa benim hiç bir müdahalem olmadığına dair teminat verdim.
Atatürk’le işçisi tekrar güreşmek üzere birbirlerinden ayrılabildiler. Kastamonu’lu katiyen Atatürk’ü tanımamıştı. İşçiden beş on adım uzaklaştıktan sonra ufak bir mükâfat vermek için Atatürk’ün müsaadesini istedim. Bu gibi vaziyetlerde cömert olan Atatürk’ün: 
-Bir lira ver! Demesi hayretimi mucip oldu. Teveccüh ve muhabbetine güvenerek: 
– ‘Biraz sonra zatı devletlerinizin kim olduğunu öğrenecektir. Tok gözlü ve alnının teri ile kazanmaya alışmış olan bu yurttaş, sizin lütfunuzu hatıra olarak saklayacaktır. Bari işine yarayacak miktarda verirsek sevindirmiş oluruz.’ Mütalaasında bulundum; Atatürk gülerek, fakat çok mânalı kaşlarını çatarak: 
-Bir lira yüz kuruştur, az mı? buyurdular…
-Evet, yüz kuruş işçinin bir günlük yevmiyesidir. Cevabında bulunarak sustum. Atatürk:
-Öyle ise on yevmiye ver! Emrinde bulundular. 
Döndüm, Kastamonu’luya yaklaştım. On lirayı kendisine uzatırken bu sefer işçi: 
– Bu parayı niçin bana veriyorsun? Sualinde bulundu. Koca Türk’ün sebepsiz para almayacağını hissettiğimden: 
– Mintanın biraz yırtıldı da yenisini alırsın, diyerek parayı kabul ettirebildim. Bu hareket tarzımından merakı artan işçi: 
– Siz kimsiniz beyim? dedi.
Cevaben: 
– Ben tüccarım. Fakat güreştiğiniz bu bey bu çiftliğin sahibidir, diyerek Atatürk’ü tanımayı işçinin zekasına bıraktım ve büyük adama yetişmek üzere acele yanından ayrıldım. 
On beş, yirmi dakika sonra aynı yoldan dönüyorduk. Kastamonu’lu işçi bizi görür görmez koşarak yanımıza geldi, heyecanını saklayamıyordu. Hemen Atatürk’ün ellerine sarıldı ve öptü. Yüreğinin bütün samimiyetiyle: 
-Demin Ata’mı tanıyamadım. Beni affet! Hiç ben sizinle güreşir miyim? dedi. Atatürk: 
-Zararı yok. Şimdi burada ikimiz de biriz. Devlet ve millet işleri başında ben senin büyüğünüm, babanım, buyurdular ve işçiyi okşadılar, işinin başına yolladılar. 
Kaynak:Cevat Abbas Gürer, Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, S: 64 -67

Editör: Banu Türkmenoğlu