Nasrullah Meydanında yaptığı açıklamasında Alagözoğlu, “Ciğerlerimiz yanıyor, kavruluyor, milli varlıklarımızı, ormanlarımızı, hayvanlarımızı kaybediyoruz.” şeklinde konuştu.
Alagözloğlu'nun açıklamalarının tamamı şu şekilde oldu:
"Birden bire değil iklim kanunuyla gelen YANGINLAR. Ne yazık ki aynı anda bir iki değil, on değil 20 değil 100 değil 200 değil 450 yerde birden o da bilinen olarak başladı ya da başlatıldı. Eskişehir ‘de o da bilinen yani resmi olarak 11 şehidimiz var. Dağ köylerimiz boşaltılıyor. Yine Karabük oksijen depolarımızdan olan yanıyor ya da yakılıyor. Yakalananlar oluyor.Köylülerimiz, insanlarımız yangınlara müdahale etmeye söndürmeye çalışıyorlar. Canla başla uğraşıyorlar. Hem yangınları söndürmeye hemde ormanın yaşayanlarını kurtarmaya. Orman canlıları yanıyor evsiz kalıyorlar, bırakılıyorlar. Doğanın dengesiyle oynanıyor.
Fırsatçılar her yerde kendilerini belli ediyorlar. Bazı şeylere hemen zam yapıp bir de utanmadan yüzleri kızarmadan “sizin yangınınızdan bize ne “diyebiliyorlar. Sanki sonuçları onları da etkilemeyecekmiş gibi...
Etrafımız da ki diğer ülkelere bakıyoruz da sadece iklim anlaşması yapılan ülkeler de yangın var. Diğer ülkeler de yok. Nedense bakın şu Allah ‘ın işine değil mi? Mesela İtalya Paris İklim Anlaşmasından çıktı. Yangın yok. Nedense. Ne garip değil mi? Anlayana tabi ki.
Biz de sıcaklıklar ne gariptir ki ortalığı kasıp kavururken yine bakın ki Arap Çöllerinde yağmur yağıyor. Zeytin ağaçları var. Araplar neredeyse on yıldır zeytinyağı satıyorlar. Haberimiz var mı? Ama bizler “basma da fistan giyemeyiz zeytinyağlı da yiyemeyiz “ değil mi?
Her çeşit iklime müsait ülkemizde bir gariplik, garip bir sıcaklık olmaya başladı. İşte kendi şehrimiz Kastamonu ne kadar garipleşti değil mi?
Soğuk Erzurum “da doğar Kastamonu “da ikamet ederdi. Hatta altı ayı beyaz beş ayı ayaz bir ayı yaz denen şehirdir. Ne oldu ne olduysa Paris İklim Anlaşmasından sonra oldu. Yerden tohumlamayla hava ısıtıldı. Yağmurlarımız çalındı. Arap çöllerine kaydırıldı. Yapay bir sıcaklık, kuraklık yapıldı. DSÖ ve DTÖ başında bir doktor ya da tarım uzmanı olmayan kişiler tarafından denetlenir oldu. Damak zevkimize uygun olmayan garip garip yiyecekler dayatılmaya başlandı.
Demiştik ya az önce “bana ne “ diyorlar diye, yangınlardan sonra doğanın ekolojik dengesi bozulunca ne olacak düşünmüyorlar.
Her zaman var olan şap hastalığını aşıyla bitiricez deyip hayvanlarımızı da yok ediyorlar. Peki ya sonra ne olacak!? Ekecek tarlası, besleyecek hayvanı, kalacak evi, köyü kalmayan Köylülerimiz şehirlere göç edince bu kendini bilmez densizler sentetik et, sentetik süt, yoğurt mu yiyecekler, çocuklarına da yedirebilecekler.
Yangın da patileriyle söndürmeye çalışan hayvanlar kadar bile olamayanlara bunu da soruyorum bakalım ve yine diyorum ki bizler ne yazık ki o hayvanlar kadar bile olamadık. Bir daha birbirimize hakaret ederken lütfen hayvanları söyleyerek yapmayalım. Çünkü onlar bizlerden daha duygusal. Karabük ‘de görmüşsünüzdür ağlayan o ineği mesela.
Vatan savunması ormanla, tarımla başlar. Onun için yanan ormanlarımıza bu sefer yangına körükle giden çam ağacı değil de köklerini toprağa salan zeytin ağacı, yangına dayanıklı kestane, köknar, incir ağaçları dikelim. Ormanlar da kesim yapıldıktan sonra kuru dalları bırakmayıp temizleyelim ki yayılamasın. Su kaynaklarımızı koruyalım. Hayvanlarımızı koruyalım. Unutulmasın ki o canlılar bize Yüce Tanrı ‘nın emanetleridir. Emanete sahip çıkalım. Sadece camiye gidip dua etmekle olmaz o işler. Emanete de sahip çıkacaksın ki Allah ‘ın huzuruna gönül rahatlığıyla işte o zaman çıkabilirsiniz. Unutmayın ki önce tedbir sonra tevekkül. Hiç bir şey yapmadan tedbir almadan “ama ben dua ettim “demekle olmaz o işler. Eğer yaptığınız reklam değilse tabi ki... İnanın bana o hayvanların duası hepsinden ötedir.
Yediğiniz hiç bir meyvenin, sebzenin çekirdeğini çöpe atmayın toprağa gömün. Hatırlayın Hadis - i Şerif - i “Kıyamet koparken bile elinizde bir fidan varsa dikiniz “buyurmamışlar mı? O zaman reklam Müslümanı değilseniz eğer üzülmeniz gerekmez mi bu yangınlara? Ama ne yazık ki bize ne diyebilenler var hala ki onlara da yazıklar olsun.
Onun için bizler diyoruz ki Paris İklim Anlaşmasına da, DSÖ ‘ye de DTÖ ‘ye de, açık semalar anlaşmasına ki, belki farkındasınız belki de değil chamtrailsle uçaklardan atılan zehirle zehirleniyoruz. Onun için de hepsine de karşıyız. Anlaşmalarını da alıp gitsinler. Ormanlarımızı, ağaçlarımızı, hayvanlarımızı bize bıraksınlar. Sentetik yemeklerini kendileri yesinler.
Bir sözüm de sevgili Milletim sizlere, Polisimize, askerimize sahip çıkalım. Günlerce uyumadan nöbet tutuyorlar, bizler için. Şimdi bakın polis bizim, asker bizim kendimizin yani bizden olanlar. Yani YÜCE TÜRK MİLLETİNDEN. Mesai almadan 48 saat nöbet tutanlar var. Bakanlıklarda, mezralarda, daha bizim bilmediğimiz görev yerlerinde. Unutmayın dilleri bizimle aynı. İthal değiller yani. Ama şimdilik. Biliyor musunuz daha yeni 4500 Afgan polis memuru alındı. Dillerini anlayabilecekmisiniz. Polis Okulundan Filistinli kadın polis mezun oldu. Biz YÜCE TÜRK MİLLETİNDE ırkçılık hiç bir zaman olmamıştır ama ne zamana kadar. Kendimizden olana sahip çıkalım. Dilimiz bir dinimiz bir töremiz bir.
TANRI TÜRK’Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN Kİ ALEM NİZAM GÖRSÜN ve yine unutulmasın ki bir gün BÜTÜN TÜRKLER ÇILDIRACAK İŞTE O ZAMAN TANRI TÜRK’Ü DEĞİL KARŞISINDAKİNİ KORUSUN.
Biliyorsunuz TÜRK OLMAK ZORDUR DÜNYAYLA SAVAŞIRSIN AMA TÜRK OLMAMAK DAHA ZORDUR. ÇÜNKÜ TÜRKLE SAVAŞIRSIN.
Sözlerimizi bitirirken bir kez daha yineliyoruz ki Paris İklim Anlaşmasına da, DSÖ “ye de DTÖ “ye de, açık semalar anlaşmasına da karşıyız."





