Bir zamanlar Kastamonu’da “Oxford” filan

Abone Ol

O yıllar hepimizin “ilkbaharı” idi, Kastamonu’nun kültür envanterinin bir ucundan girip diğer ucundan çıktığımız vakitlerdi, tarla faresi gibiydik…

Yüzlerce metre yükseklikteki kayalıktan dipteki el kadar göle atlardık hesapsız kitapsız.

Bent tanımaz divane akarsudan sıçrayan serseri su taneleriydik…

Kimimiz çayıra düşer, kimimiz çöle, düştüğümüz yer yeşerirdi.

Fenaydık…

Topluma faydalı, kendimize zararlı, ne mevki ne de makam derdindeydik.

Yaşar Oktay üstadın deyimiyle, herkesin “zenginliğe oynadığı yıllardı, özgürlüğe bastık tüm varımızı”…

Biz kaybettik, toplum kazandı, bereket versin.

Kastamonu’nun “kültür yılları” idi…

Her gün ayrı bir harmandı.

Misal…

Yıl 2008.

O vakitlerden bir paragraf sadece…

Çatalhöyük kazı ekibinin bir bölümü ilimize geldi, içlerinde yerli bilim insanları olduğu gibi “İngiliz, Yugoslav, Kanada, Lihtenştayn, Lüksemburg, Danimarkalı”.

“Oxford” dahil…

Omzu apoletli dünya üniversiteleri.

Dr. Füsun Ertuğ hocamıza şükran ve minnetimizi ödeyemeyiz, ekibi toparlayıp getirmişti Kastamonu’ya, “Amy Bogaard, Müge Ergun, Dragana Filipovic, Osman Hoca, Elizabeth…” ismi hafızama gelenler.

İhsangazi’de Siyez için köy köy gezmiştik…

Altın fışkıran başakların arasında kaybolmuştuk.

Farklı ilçeler de nasibini aldı o vakit…

Sürdük dağ tepe.

Fotoğraflara bakarken dikkatimi çekti, Dr. Murat Karasalihoğlu kardeşime “Fotoğraflarda yoksun” dedim, “Fotoğrafları ben çektim” dedi…

Güldük.

Konuşacak, yazacak, anlatacak ne çok şey var…

Şarabi sonbahar akşamlarında.

(Kastamonu Kent Müzesi Müdürü Dr. Murat Karasalihoğlu sağ olsun, bir tomar fotoğraf “attı” bana, keşke hatırlatmasaydı…

Geçmişin şatafını bugünün gözüyle görmek namümkün.

Üzerinden 16 yıl geçti…

Yeşil otlar sarardı.

Bostonlar kurudu…

Oksijen bitti.

İcat da bitti…

Keşif de.

Söylenecek her şarkı söylendi…

Sandalyeler ters çevrildi.

“Sevda yüklü kervanlar”…

Gitti.)

Not: Eczacı Edip Abi’ye (Nazlı) karşı “kazan kaldırıldı” malumunuz…

Doktor Adil Bey (Yılmaz) komutasında birleşen senelerin muhalifleri “istibdada” başkaldırdı.

İki tarafın da saflarını geçtiğimiz yazıda yazmıştık…

Yazı ile birlikte Doktor Adil Bey ekibinin büyük moral ve motivasyon üstünlük elde ettiği kulağıma geldi.

Kimden geldi, Eczacı Edip Abi’den geldi, Özel Anadolu Hastanesi’ne gitmişmiş muayene için…

Doktor Adil Bey taraftarlarınca madara edilmiş.

“Yaktın beni” dedi…

“Daha bu ne ki?” dedim.

Jakobenim ne de olsa…

Ne padişah tanırım ne sultan.

(Desem de her ne kadar…

Doktor Adil Bey’in askerleriyiz.)

Ancak hiç beklemediğim bir gelişme oldu önceki gün, Turan Hoca’dan (Karagöz) “tekzip” yedim, meğer Baki Bey’in (Aydemir) oyununa gelmişim ordu künyelerini yazarken…

Turan Hoca’yı (Karagöz) Doktor Adil Bey safına yazmıştım önceki yazıda, Turan Hoca “Ben Edip’çi değilim, Doktor Adil Bey’ci hiç değilim, ben Oktay Abi’ciyim (Kaynak)” dedi kesti attı.

E Oktay Abi Doktor Adil Bey’ci olunca, doğal olarak iç kümeler ortaklığında, Turan Hoca da Doktor Adil Bey’ci olmuyor mu?..

“O zaman Oktay Abi’ci de olmam” dedi.

Eczacı Edip Abi “Turan Hoca’m boşta kalırsan ben alırım” teklifini dile getirdi…

“Meraklın değilim” diyordu ama meğerse yıllardır Turan Hoca’yı ekibine katmak için can atıyormuş.

Doktor Adil Bey safında “çözülme” mi başladı yoksa?..

Eczacı Edip Abi’nin keyfine diyecek yok.